acını haykır ve paylaş.

144 29 16
                                    

"buraya eğlenmeye geldik, beomgyu. biraz daha suratını asmaya devam edersen seni arkandaki duvara gömerim."

soobin'in sevimli uyarısına karşılık bardağımdaki içkiyi dikledim kafama. çok fazla içen biri değildim, hiçbir zaman da olmamıştım. normalden biraz fazla içtiğim için şu an midem bulanıyordu. rahatsız olmuş bir şekilde bizimkilerin yanından kalkıp barın lavabosuna doğru ilerlemeye çalıştım.

çalıştım diyorum çünkü dans pistinden taşan ve hâlâ dans etmeye devam eden insanlar vardı. lavabonun kapısına kadar yaklaşmışlardı. zor da olsa içlerinden sıyrılıp lavaboya ulaşmıştım.

kapıyı açıp içeri girdim ve can havliyle kendimi tuvalete attım. midemdeki acı sıvı boğazıma doğru çıkmaya başlamıştı yavaşça. kendimle büyük savaşlar vermemin sonucunda bütün içkileri çıkarmıştım ve oldukça rahatlamıştım.

tuvaletin ne kadar pis olduğunu umursamayacak kadar kötü hissediyordum. sifonu çektikten sonra kendimi yere bırakmış, dizlerimi göğsüme çekip boğuk gelen müzik eşliğinde kabini izliyordum.

kendime çok şaşırıyordum. taehyun yüzünden geldiğim hale şaşırıyordum daha çok. anlamadığım noktalar da vardı. madem artık kalbi benim için atmıyordu, bunu güzel bir dille açıklasaydı, konuşsaydık hoş karşılamayacağımı mı düşünmüştü? eğer böyleyse çok yanlış düşünmüş.

o günden sonra taehyun, bana ulaşmak için bayağı bir çaba sarf etmişti. sürekli aramış, mesaj atmıştı. hiçbirine yanıt vermedim. öz saygımı yitirecek kadar kafayı yememiştim henüz. yaptığı şeyin düzgün bir açıklaması yoktu, olamazdı da.

düşüncelerim beni rahatsız etmeye başlayınca dolan gözlerimden akan yaşlara engel olmadım. kafamı bacaklarıma yaslayıp titreyerek ağlamaya devam ederken içeri giren insanları umursamadım. tek istediğim şey rahatlamaktı şu an.

"bar tuvaletine sığınıp ağlamak pek mantıklı bir karar değil gibi."

kapı ne zaman açıldı, tanımadığım çocuk ne ara çöküp beni izlemeye başladı bilmiyorum. duyduğum sesle kafamı kaldırıp çocuğa baktım. güzel yüzlü, karizmatik bir çocuktu. benim tersim bir şekilde otuz iki diş sırıtıyordu.

"içeride insanlar deli gibi eğlenirken senin burada hıçkırarak ağlaman da mantıklı bir karar değil. ama seni asla yargılamam. neler yaşadığını bilemem sonuçta."

içimden 'ne kadar da boş konuşuyor' diye geçirdim. çocuğum sırıtan suratına tepkisiz bir şekilde bakmaya devam ediyordum. sanırım çocuk boş konuştuğunu anlamış boğazını temizlemişti. ayağa kalkıp elini uzattığında bir süre havada duran eline baktım.

tam geri çekecekken uzattığı elini tutup ayağa kalktım. kabinden çıkıp yüzümü yıkamak için lavabolara yöneldim. ben bunları yaparken çocuk ise kapının yanındaki kabine yaslanmış beni izliyordu.

"tek geldiysen sana eşlik edebilirim. yani, istersen tabii."

"tek gelmedim."

kısaca cevapladım. çocuk ise kafasını anladım, der gibi salladı. suyu kapatıp aynadan son kez kendime baktım. bitkin ve çökmüş görünüyordum.

"tanışamadık. benim adım mingyu."

elini uzattı tekrardan. ellerim ıslak olduğu için tutmak istemedim, bu yüzden biraz peçete aldım ve ellerimi kuruladım. elini indirmeden beni sabırla beklemişti.

"beomgyu."

uzattığı elini tutup el sıkıştık. çocuk tekrar gülümsediğinde gözlerimi devirmek istedim. nedense bu çocuğa sinir olmuştum.

"beom- beomgyu?"

kapıyı açıp şaşkınca bize bakan yeonjun'a göz ucuyla baktım. bir bana, bir çocuğa bir de ellerimize bakıyordu. şaşkın ifadesi silinmiş, yerini sinirli görünen bir ifade almıştı.

"gelmeyince endişelendim. iyi misin?"

kısaca kafamı salladım. yeonjun'un gözleri tekrar ellerimize inince hâlâ el ele tutuştuğumuzu fark ettim. aceleyle elimi çektiğimde çocuk birkaç adım geri atmıştı.

"tanıştığımıza memnun oldum, beomgyu. umarım daha iyi bir zamanda yine karşılaşırız."

çocuk, sırıtarak söyledi ve gitti. az önce uzun boylu, yapılı çocuğun dikildiği yerde şimdi yeonjun dikiliyordu. bana sorgulayıcı bir şekilde bakıyordu.

"kimdi o çocuk?"

"tanımıyorum."

"tanımadığın çocukla niye el sıkışıyorsun?"

"tanışmak için?"

yeonjun sıkıntılı bir nefes verdi. onu öylece bırakıp yanından geçtim ve lavabodan çıktım. arkamda bağırılan adımı umursamayıp soobin'in yanına gidip oturdum. peşimden gelen yeonjun benimle konuşmaya çalışsa da dolu bardağımı bitirmekle uğraşıyordum.

yeonjun ve soobin konuşmaya başladıklarında elimde yarısı dolu bardak ile etrafı inceliyordum. herkes oldukça neşeliydi ve dans ediyorlardı. bu gece kimse hayatı önemsemiyor gibiydi. yarın erkenden kalkıp rutin hayatlarına devam etmeyeceklermiş gibi dans ediyorlardı.

ben böyle herkesi incelerken gözüm az önceki çocukta takılı kaldı. bana meraklı gözlerle bakmasıydı gözlerimin onda takılı kalma sebebi. arkadaşları olduğunu tahmin ettiğim kişiler onunla konuşmaya çalışsalar da çocuğun bütün dikkati bende gibiydi. onlara bakmıyor ve cevap vermiyordu.

rahatsızlıkla boğazımı temizledim. bizimkilere hava almaya çıkacağımı söyleyip ayaklandım. peşimden gelmediklerine emin olduktan sonra kendimi barın arka bahçesine attım. burası ön bahçeye göre daha sessizdi. ayrıca denize baktığı için dalgaların rahatlatıcı sesini dinleyebiliyordum.

"seni bu kadar üzen şeyi öğrenmek isterim."

hemen yanımda duyduğum kalın sesle irkildim. soluma döndüğümde az önceki çocuğun olduğunu görmemle anlamsız bir şekilde rahatlamıştım. cebinden çıkardığı paketi önce bana uzattı. çocuğa kısa bir bakış attıktan sonra paketin içinden bir dal aldım. hemen diğer elindeki çakmakla dalı yaktı. sonra da kendine bir dal çıkarıp yaktı.

biyolojik annem öldüğünden beri ağzıma sigara sürmemiştim. uzun zaman sonra ilk defa içince başım dönmüştü doğal olarak.

çocuk, başımın döndüğünü fark edip sırtımdan destek verdi. arkamızdaki sandalyelerden birine oturttu beni ve önümde diz çöktü. endişeli gözleri bana taehyun'u hatırlatıyordu.

"üzüldüğüm o kadar belli oluyor mu?"

"daha önce nasıldın bilmiyorum ama, evet, çok belli oluyor."

güldüm. bu gülüş mutlu olduğum için değildi, tamamen histerik bir gülüştü. dudaklarıma götürdüğüm dalı izliyordu çocuk. ya da direkt dudaklarımı izliyordu, emin değildim.

"aldatıldım. çok kolay söylenilen bir cümle olsa da kalbimdeki yangını nasıl tarif edebilirim bilmiyorum."

"kalbindeki yangının acısını sadece seninle aynı durumda olanlar anlar. seni çok iyi anlayabiliyorum ve sana boş laflar etmeyeceğim. çünkü boş laflardan daha fazlasını hak ediyorsun."

kaşlarımı çattım. devam etmesini, cümlesini açıklamasını istiyordum. çocuk istediğim şeyleri anlamış gibi çekingen bir şekilde güldü ve kafasını önüne eğdi.

"her gün ağlayıp kendini yıpratacağına bir kere sağlam ağla, bir daha ağlama. demek istediğim şey..."

bitmiş sigarasını kumsala fırlattı ve yanımdaki sandalyeyi çekip önüme oturdu. öylece çocuğu izliyordum.

"...acını haykır, paylaş, hıçkırarak ağla ve sonra önüne bak. çünkü hayat seni aldatan biri yüzünden ağlaman için çok kısa."

cigarette on your lips {taegyu?}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin