-hani bekleyecektin?

311 43 14
                                    

hakan altun tarafından, o dönemdeki sevgilisi için yazılan bu şarkı, vefasız aşkı temsil eden en güzel şarkılardan biridir. hakan altun, o dönem askerdedir ve sevgilisiyle konuşmak için on yedi gün telefon sırası bekler.

sonunda sıra ona geldiğinde sevgilisini arar ve sevgilisi "şu an müsait değilim, sonra ara" der. hakan altun bunu "ben, onunla konuşmak için on yedi gün bekledim ama o, bana altmış saniyesini bile ayırmadı" diyerek açıklar.

gözyaşları eşliğinde şarkıyı yazar hakan altun. askerliği bitince de piyasaya sunar şarkıyı. o gün bugündür vefasız aşklar için dinlenilen şarkılardan biri olur.

Kimseye değil, sana isyanım
Güzel günleri, anar ağlarımAnlamadın ki ona yanarım
Sen benim gönlümde, yaralar açtın
Anlamadın ki ona yanarım
Sen benim gönlümde canım, yaralar açtınUnut demekle olmuyor
Güneş doğmuyor günlere
Kara bahtım çok yara aldı
Zor günde vardın hani nerdeHani bekleyecektin bir ömür boyu
Hani olmayacaktın başkalarının
Sen yalancı çıktın, vefasız çıktın
Senin gibi biriyle işim olmaz kiHani bekleyecektin bir ömür boyu
Hani olmayacaktın başkalarının
Sen yalancı çıktın vefasız çıktın
Senin gibi biriyle işim olmaz ki

defterimi kapatıp hemen yanımdaki kahveden bir yudum aldım. şehrin rahatsız edici gürültüsü başımı ağrıtmıştı. defterimi ve kahvemi alıp balkondan ayrıldım. bugün dışarı çıkamayacak kadar hasta olduğum için evde bir şeyler karalamaya karar vermiştim. geçen gün soğuğu ve yağmuru yiyince vücudum güçsüz düşmüştü doğal olarak.

balkonun kapısını kapattım. salondaki sehpanın üzerine defterimi koyup mutfağa yöneldim. bitmek üzere olan kahvemi yudumlayıp bardağımı yıkadım. tekrar salona yönelip sehpanın üzerindeki defteri aldım ve odama götürdüm. çalışma masamın hemen altındaki kilitli çekmeceyi açıp defterimi yerleştirdim ve tekrar kilitledim çekmeceyi.

ağır adımlarla salona doğru ilerken kapımın çalmasıyla saniyelik durdum. sık ziyaret edilen biri değildim. kimin geldiğini kestiremiyordum. merakla kapıya yöneldim ve delikten baktım, kimse yoktu. tam geri dönecekken kapım tekrar çaldı. tekrar delikten baktığımda yine kimseyi göremedim. en sonunda kapıyı açmak zorunda kaldım.

"biraz daha açmasaydın polisi arayacaktım."

beni kenara itip içeri giren sarışına bakakaldım. apartmanın şifresini nereden bulmuştu? burada ne işi vardı? evde olduğumu nereden biliyordu?

"sen sormadan söyleyeyim, apartman şifresini yapılış tarihi yapan yöneticine küfür edebilirsin. bu kadar salak olması onun suçu. canım sıkıldığı için geldim ve evde olduğunu bilmiyordum. şansımı denemek istedim ve şanslıymışım ki evdesin."

iç sesimi mi duymuştu yoksa sesli mi düşünmüştüm? sonuncu seçeneği yapmış olabilirdim çünkü hastayken biraz salak olabiliyordum. ağzım açık sarışına bakarken çoktan kendini koltuğa atmıştı bile. çok fazla sorgulamadan televizyon ünitesindeki çekmeceye yöneldim ve bir çekmece dolusu ilaç çıkardım. sarışın bana şaşkınca bakıyordu.

"niye bu kadar ilaç içiyorsun?"

"hastayım biraz. vizeler için en kısa sürede gücümü toplamam lazım."

"tonla ilaç içip güç toplamayı beklersen daha çok beklersin. güzelce beslenip doğal şeyler tüketmen gerekiyor."

"sevmiyorum öyle şeyleri."

elime aldığım bir ilacı ağzıma götürecekken bir kaplan edasıyla atılıp elimdeki ilacı almıştı sarışın. ne yaptığını anlamaya çalışmaya vaktim olmadan kendimi koltukta bulmuştum. gözümü kapatıp açıncaya kadar da üzerimde battaniye olduğunu fark etmiştim. evimi benden daha iyi bilmesi şaka mıydı? eğer öyleyse korkutucu olmaya başlamıştı.

"sen biraz dinlen, hemen toparlanman için bir şeyler yapacağım."

"gerek yok, cidden. ilaç alıp uyursam geçer hastalığım."

"gerek olup olmadığını sormadım, beomgyu. ben gelene kadar sakın kalkma buradan."

battaniyeyi güzelce bedenime sararken beni azarlamayı ihmal etmemişti. sesimi çıkaracak gücüm olmadığı için susup her şeyi kabullendim. gözlerimi saniyeliğine kapatmış olsam da uyuyakalmışım.

uyandığımda hava kararmıştı. mutfağın ışığı yanıyor ve sesler geliyordu. battaniyemi de alıp ayaklandığımda anlık başım dönmüştü. hemen toparlanıp mutfağın yolunu tuttum.

"ne kadardır uyuyorum? ayrıca tüm bunlar ne?"

hatırladığım kadarıyla dolabımda sebze adına sadece marul vardı. şimdi ise tezgahın ve masanın üstü sebzelerle doluydu. dolabı açıp bakma gibi bir hatada bulundum. dolap ağzına kadar meyve ile doluydu.

"dolabında doğru düzgün bir şey olmadan nasıl besleniyorsun sen tanrı aşkına? düzgün beslenmezsen tabii hasta olursun."

"bunlar buraya nasıl geldi?"

"hasta olunca beynin kendini kapatıyor galiba. gidip aldım, şapşal."

adını dahi bilmediğim sarışın çocuk, benim mutfağımda benim için yemek yapıyordu. biri bunu yaşadığını söylese, inanmazdım. hatta kahkaha atar geçerdim sadece. şu ana da inanmıyordum açıkçası. hâlâ rüya görüyor olabilirdim.

"çorba beş dakikaya hazır olur. salonda mı yemek istersin yoksa burada mı?"

"yerim burada, daha fazla yorma kendini."

bana attığı korkutucu bakışla birlikte kendimi mutfak masasına oturmuş bir şekilde buldum. sarışın yemek yaparken biraz onu izleme fırsatım olmuştu. giydiği siyah boğazlı kazak ve siyah kotu, sarı saçlarıyla aşırı uyumlu duruyordu. dar olan kazağı vücudunun fitliği hakkında yorum yapmama izin veriyordu. omzuna astığı beyaz mutfak havlusu ona ayrı bir hava katmıştı.

"çok sıcaktır, içerken dikkatli ol. ah, bir de buna limon sıkarsan yarın ayağa kalkarsın."

çorba kasesini önüme koymuş tam oturacaktı ki limon almak için ayaklandı. çorbadan bir yudum aldığımda lezzeti karşısında donup kaldım. uzun zamandır böylesine lezzetli bir çorba içmemiştim.

nefes almadan, ne kadar sıcak olduğuna bakmadan çorbayı hızlı hızlı kaşıklarken sarışının şaşkın bakışlarına maruz kalmıştım. biraz daha insancıl yemeye çalışmıştım bu yüzden.

"beğendin sanırım çorbayı?"

"uzun zamandır içtiğim en güzel çorba. nasıl yaptın bunu? tarifini ver de arada yaparım."

"tarifi gizli, veremem. ne zaman çorba içmek istersen ara beni, hemen gelir yaparım."

beklenti dolu yüzüne bakarken elimdeki kaşık havada kalmıştı. dediği şeyi anlamam biraz uzun sürmüştü. ben anlayana kadar bakmayı kesmemişti sarışın. cevap bekleyen yüzüne karşı hafif gülümseyerek kafamı salladığımda derin bir nefes almıştı.

çorbayı bitirirken aklıma gelen ani şeyle kafamı kaldırdım. büyük ihtimalle gözlerim kocaman açılmıştı. bu yüzden kaşlarını çatarak bana bakıyordu sarışın.

"evime giriyorsun, bana yemek yapıyorsun, benim hakkımda temel bilgilere sahipsin ama ben, adını bile bilmiyorum."

"taehyun, adım taehyun."

sonunda öğrenmiştim. sonunda sarışın, çete lideri görünümlü, serseri çocuğun adını öğrenmiştim. yeni bir kitaba başlamış gibi heyecanlanmıştım.

"pek iyi bir tanışma anımız olmadı. en azından benim açımdan iyi değildi."

dediğim şeye resmen kahkaha atmıştı. bu kahkahası sinirlerimi bozmuş, koluna bir tane geçirmiştim. gram keyfi bozulmamış, aksine hoşuna gitmişti.

"o gece çok eğlenmiştim. gözlerindeki o korku kahkaha atmak istememe sebep olmuştu."

"komik değil. ne kadar korktuğumu anlayamazsın."

gülmesi durmuş, aniden ciddileşmişti. yanlış bir şey mi söyledim acaba, diye kuşkuya düşmüştüm. kazağının kollarını yukarı sıyırırken gözlerini gözlerimden çekmiyordu.

"ben korkulacak biri değilim, beomgyu. neden böyle davrandığımı zamanla anlayacağını düşünüyorum."

cigarette on your lips {taegyu?}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin