Hani insan bazen sanki içinde bir mezar kazılmış gibi hisseder ya; hani yığmışlar üzerine örtecekleri toprağı bir kenara ağzını da öylece açık bırakmışlar, hani sanki 'gel de gir içindeki mezara, seni bekliyor' diyorlar.
İşte o mezara gömülmek üzereydim.
Akif Yağız'ı her göremeyişimde, sanki benden kaçıyormuş gibi varlığı varlığımın olduğu her yerde silikleştiğinde üstüme bir kürek toprak daha atılıyordu.
Dört saattir işimin başında, nefes almadan ve arada belki görürüm diye başımı eğdiğim dosyalardan kaldırıp duvarları tamamen camdan olan odamın onun odasına bakan tarafını yoklayarak çalışmaktaydım ancak daha bir kez bile görmemiştim.
Çünkü şirkete gelmemişti.
Aklıma kalırsa o, kendisine bağlamıyordu bu durumu zira normalde de şirketten daha çok imalathanelerde takılıyordu. Ne zaman arasam veya mesaj atsam nerdesin diye, oralarda olduğunu söylerdi hep.
Yine oralarda olma ihtimali epey yüksekti aslında ama avucuma alıp şöyle ağrıma artık diye bağırmak istediğim kalbim öyle demiyordu.
Elimdeki kalemi sıkıntıyla oflayarak bırakırken masanın üstüne, döner sandalyede geriye doğru yatıp bir saattir aynı pozisyonda oturmaktan isyan eden sırtımla belimi gevşettim. Hissettiğim rahatlıkla ağzımdan çıkan ay ay ay seslerini çalan masaüstü telefonu kestiğinde uzanıp telefonu açtım.
"Ela, odama." Hele bir dursaydın da efendim diyeydim keşke. "Tam-" Çat diye de kapatmasaydın daha iyi olurdu ayrıca.
Bu kadın benim burda iliğimi kemiğimi sömürecekti, vallahi de billahi de iflahımın ırzına geçecekti.
Zaten yamacına varıp iki saniye görsem bile tüm yoruluşlarımı ve sinir krizi geçirişlerimi unutacağım adam da yoktu artık, bu işkencenin içinde heba olup gidecektim.
Oysaki işi kabul etmemin tek sebebi de oydu, ona yakın olmaktı.
Hadi otur ağla şimdi buna, hakkın var çünkü.
Ama senin beni teselli etmen gerekmiyor muydu ya?
Elime son model tabletimi alıp odadan çıktığımda hemen arka bitişiğimde kalan Leman Hanım'ın odasına varmıştım bile on, on beş adımda. Kapısını tıklatıp içeriye girdiğimde yüzüme bakmadan, "Şunları Yağız Bey bir incelesin." dedi, eliyle birkaç parça kağıdın olduğu ince dosyayı masasında bana doğru iteledi.
Duyduğum isimle yüzüm düşerken boğazımı temizledim. "Yağız Bey daha gelmedi." Ve muhtemelen ben burdan gitmeden gelmez de.
O ana kadar suratıma bakmayan kadın, ona geçtiğim bu küçük bilgiyle ben bir avmışım da o da beni ensemden yakalayacak gaddar avcıymış gibi bakan gözlerini bilgisayarından çekip bana çevirdi ve, "Ee yani?" dedi siyah kemik gözlüklerinin üstünden.
Derken?
"Yanisi, yok." dedim ben de onun gibi sesimdeki napim tınısını gizlemeden.
Leman Hanım cevabımla sabır dilenircesine bir nefes alırken, "Ela şu dosyayı al ve Yağız Bey'e götür." dedi, aptala anlatır gibi tane tane. "Ha, yoksa da kapısında bekle."
Zaten bakışlarından eksiği olmayan sert sesi daha da sertleşti. "Evet, gelene kadar."
Sesli bir hasbinallah çekip de ikinci günden kadını kendime iyice düşman etmemek için dudaklarımı harfleri orada öldürmek ister gibi ısırıp, aldığım salak dosyayla çıktım odadan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prensesler De Ağlar | DÜZENLENİYOR
ChickLit❗️Hikaye düzenlemededir❗️ Onun adı Ela Sever ama siz kısaca Prenses de diyebilirsiniz. Ya da son muhafazakâr bükücü. Seçim size kalmış. Y/N: Prensesler De Ağlar isminde yazılan ilk ve tek hikayedir. İsminin ve/ya içeriğinin (ç)alıntılanması durumund...