Ben heyecan yaptığımda kalbimin atışı dışardan duyulur zannediyordum. Öyle değilmiş ama gözlere vuruyormuş heyecan. Bunu, gözlerimi kocaman büyüterek hazırladığım tabaklardan anlayabiliyordum.
Yavuz Bey'in yemeklerimi tatmasından ziyade bana yabancı birisinin yorumlayacak olmasıydı beni heyecanlandıran. İyisiyle kötüsüyle yorum istiyordum ben. Müşterilerim kendi arasında, "Şurası şöyle, buraya bu olmalıydı vs." diye konuşmasını değil gelip bana söylemelerini isterdim. Şimdi ise bu isteğimi ilk defa birisine söylemiştim.
Elimdeki derin tabakta nohutlu mantı vardı. Üzerine maydanoz değil nane serpiştirmiştim. Diğer tabakta ekmek dolması vardı. Ekmeğin içini oymuş, içine kıymalı harcı koymuştum. Çok güzel bir tattı. Diğer tabakta ise Samsades vardı. Buraya özgü bir tatlıydı. Muska şeklinde sardığımız hamurun içine lor peyniri, tarçın ve şeker koyuyorduk. Kızartıp şerbetlenince süper bir şey oluyordu. Tatlı hariç diğer tabakları ve yanına küçük yayman kaselere koyduğum birkaç mezeyi servis arabasına koydum. Önlüğümü çıkarıp servise geçtim.
Gergin miydim? Biraz. Kendime güveniyor muydum? Çok.
Sanki Vedat Milör geldi Defne.
Asaf Yavuz Milör.
Kendi kafamda yaptığım şakalar komikliklere gülerken herkese selam veriyordum. Ünlü olmak çok zordu.
Masaya geldiğimde hemen üzerinde restoranın adı yazan kağıt suplayı önüne bırakıp hızlıca servis açtım.
Elim ayağım birbirine dolanmış olmalı ki tam çatalı koyacakken elimden kaydı ama Yavuz hemen tuttu.
"Ay çok pardon." Ay neydi ya?
"Ay Estağfurullah, bir şey olmaz." Dedi ve sırıtarak önüne bıraktığım tabakları inceledi. Utanmıştım.
"Bu mantı evet ama bu nedir? Dolma hani?"
Sessiz bir kahkaha aramızda raks ederken ben yüzündeki ifadeye de gülüyordum.
"İşte o tam olarak dolma. Ekmek dolması. En çok buna tepkini merak ediyorum. Bu da nohutlu mantı. Çorba da getirecektim ama en çok yorumlamanı istediklerim bunlardı. Afiyet olsun." diyip kolasını da bıraktıktan sonra geri çekildim.
Dirseğini masaya yaslayıp bana baktı. "Ellerine sağlık, güzel görünüyorlar. Buyurmaz mısın?" Bir ona bir karşısındaki koltuğa baktım. Buyursa mıydım?
Ne yapmam gerektiğini bilemediğimi anlamış olmalı ki yeniden söze başladı. "Mutfakta sen yokken bakacak elemanların var olmalı, yoksa bugün hastaneye gelmezdin diye düşünüyorum. Buyur lütfen."
Aslında bizimkilerle molaya çıkmadığım için acıkmıştım ve gerçekten biraz oturmaya ihtiyacım vardı. Dediği gibi ben olmadan yapabilen çalışanlarım da vardı çok şükür.
"O zaman ben kendime bir tabak mantı alıp geliyorum. Sen başla hemen gelirim ben."
Aşırı karizmatik bir onaylama sonrası hemen mutfağa geçtim ve tabağıma mantı doldurup kolayla beraber çıktım. Yemek gördükçe daha da acıktığımı şimdi fark etmiştim. Restoranımız vardı ama aç geziyorduk.
Karşısına oturduğumda elindeki telefonunu kapatıp masaya bıraktı. Başla demiştim ama başlamamıştı da.
"Afiyet olsun." dedim ve içimden Bismillah diyerek yemeye başladım. Ben yemek yerken bir şeyler izlemeyi seven birisiydim ama bugün aceleden izleyememiştim. Şimdi de tabii ki izleyemezdim.
"Ne zamandır var burası?" Yediğim mantıyı yutarak kolamdan yudum aldım.
"4 yıl oldu açalı. O zamanlar daha çok babam ilgileniyordu, işleyişi bana öğretiyordu ama sonradan komple ben üstlendim. Sen peki? Buraya yeni mi geldin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEFNE
ChickLitDefne ile Asaf Yavuz'un hikayesine hoş geldiniz. "Taşın çiçeklenmeye tenezzül etmesinin vaktidir artık." İçinizi darlatmayacak, sakin şeyler istiyorsanız Defne'ye bakın derim.🥺🫰🏻