Ense köküme birisi bıçak saplıyor gibi hissettiğim anda gözlerimi açtım. Yutkunmak istediğimde boğazım yırtılıyormuş gibi acıdı. Uyursam iyi olacağımı zanneden bana daha kötü olmam şoku...
Elimin tersini alnıma koyup tekrar gözlerimi kapattım. Elimi kaldıracak halim yoktu, sesim gitmiş mi diye bakmak için şarkı söylemeye bile halim yoktu. Elimle telefonumu yoklayıp buldum. Ekranı açtığımda parlaklık gözümü aldı ve hemen ağlayacakmış gibi yüzümü buruşturdum. Hasta olunca baba diye ağlayasım geliyordu. Şu an yanımda değillerdi ve ben bundan nefret ediyordum.
Yazın ortasında nasıl hasta olduğumu sorgulamayacaktım bile. Duş alıp motora biniyordum ve sürekli o rüzgara maruz kalıyordum. Suç benimdi.
Ekranımın ışığını kısık gözlerle en düşüğe getirdim ve rehbere girdim. Ekranımda bir iki bildirim vardı ama çok kötüydüm, hemen Ege'yi aramalı ve hastaneye gitmeliydim. Dükkanına.
İlk çalışta açılan telefona gülümseyemedim bile. Yorganıma sımsıkı sarıldım. Ellerim üşümekten bembeyaz kesilmişti.
"Ege..." dedim ama sesim berbattı, çatallıydı ve kısıktı.
"Abla? O nasıl ses öyle? İyi misin geleyim mi hemen?" Arkadan sesler geliyordu, yüksek ihtimalle kızlardı.
"Gel." dedim ve telefonu kapatmadan yatağa bıraktım. Her yerim ağrıyordu. Mahvolmuştum sanırım. Gözlerimi kapatmak istemesem de kayıyordu, dayanamıyordum. Daha fazla kendimi zorlamadan gözlerimi kapattım. Anahtarları onlara vermeyi iyi ki akıl etmiştim. Şimdi ağlayarak yatabilirdim.
Fısıltılara gözlerimi araladım. Havaya kaldırıldığımı hissettim, kafamı hemen ilk dayanağa yasladım. Üzerimden çekilen yorgan üşümeme neden oldu. Daha da yaslandım. Titriyordum.
"İzmir titriyor, sen üzerine bir şey al."
"Ateşi var o yüzden." Hem yürüyor hem konuşuyorlardı. Gözlerimi araladım yine. Baygın gibiydim. Merdivenlerden dikkatlice indi. Sonra arabaya koyulduğumu gördüm. Hastaneye gidişimiz benim için çok hızlıydı. Acilden giriş yaptığımızda Ege'nin, "Yavuz abi!" deyişini duydum. Doğru ya onun yanına gelmiştik. Daha düzgün şekilde gelmek isterdim ilk seferde ama bu nasipmiş Yavuzcuğum.
Bir yatağa yatırıldım. Gözlerimi zorla açıp baktılar ve yine bir sürü konuşmalar, hastanedeki bağırış çığırışlar. Kolumda bir acı hissettim. Benden bağımsız bir, "Ah!" sesi çıktı dudaklarımdan. Hasta olduğumda oldukça canım acıyordu.
Alnıma koyulan el biraz durduktan sonra saçlarımı geri itip çekildi. Bir süre sadece uyuyup uyandım. Ama sonunda gözlerimi açtığımda dayandım ve kapatmadım.
Ege baş ucumdaki koltukta oturuyordu ve onun dışında kimse yoktu.
"Ege?" Sesim hala berbattı.
Bakışları bana dönen kardeşim hemen kalkıp yanıma geldi. Elini alnıma koydu. "Abla iyi misin? Nasıl hissediyorsun kendini?" Bu sefer gülümsedim. Kolumu oynatacağım sırada acıyla bakışımı seruma çevirdim. Hiç sevmiyordum hiç.
"Daha iyiyim teşekkür ederim. Kızlar nerede onları da görmüştüm sanki."
Usulca elimi tutup yatağa oturdu. "Onlar da buradaydılar ama daha yeni gittiler, ben gönderdim yani. İzmir'i biliyorsun zaten senin tırnağın kırılsa ağlar, başım şişti. Minel de zaten yorgundu, sepetledim ikisini de." Elimin altındaki eline vurdum.
"Bunları Minel'e söyleyeyim de gör sen." Gözleri büyüdü ama sonra hemen güldü. "Kızmaz ki bana. Güler hatta." dedi melül melül bakarken. Aşıktı bu çocuk. Tam cevap verecekken öksürdüm ama oldukça ciğerden gelen bir öksürüktü. Peş peşe çok kere öksürdüm. Boğazım yırtıldı zannettim bir an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEFNE
ChickLitDefne ile Asaf Yavuz'un hikayesine hoş geldiniz. "Taşın çiçeklenmeye tenezzül etmesinin vaktidir artık." İçinizi darlatmayacak, sakin şeyler istiyorsanız Defne'ye bakın derim.🥺🫰🏻