"Kalbe denk gelen ok, bütün sevgiyi dışarı çıkarmaya yetti."
🕯️
Kalbe on üç vurgun yapıldı. Hiçbir his, hayatta kalamadı.
Hayalden gelen silah kalbime doğrultuldu. Bütün hisler kaçmaya çalıştı, ancak her şey için geç kalınmıştı.
Kalbe on üç vurgun yapıldı.
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç.
Tam tamına on üç vurgun. On üç uğursuz rakam.
Tıpkı senin göğüs kafesinde ikide bir atan o bir avuç kalbin gibi... Uğursuz ve pis.
Kulağıma fısıldandı ninninin fısıltısı. Ancak bir dizisi, o ninniden bağımsızdı. Kulağıma bir söz fısıldandı, ninniden hemen sonra;
"Kalbine on üç vurgun vurulacak ve hepsi de hislerine denk gelecek. Sağ kurtulamayacaksın, bebeğim. Tıpkı nasıl uğursuz doğduysan, hayatın da öyle olacak. Saf bir karanlıkta kaybolacak ruhun ve hislerin. Sen her zaman karanlığa dost, aydınlığa düşman olacaksın."
Öyle de oldu. Uğursuzlandım, kalbime de on üç vurgun indirildi. İçimdeki hiçbir şey sapasağlam dışarı çıkamadı.
Nefes aldım ve burun deliklerimi yakan acıyla beraber geri verdim. Kalbimde yatan ölü hisler bomboş yatıyordu. Kalbimin içinde çürük bedenlerden kopan ruhlar dans ediyordu.
Ölen hisler salonunda yankılanan sessiz şarkıyı, sadece ölenler duyabiliyordu.
Karşımda dikilen iri ancak güçlü kütleli adamın gözlerindeki öfkeyi ve yenilmiş ifadesini ilk defa görmüyordum. Bu hissi daha önce kendim de yaşamıştım ancak kimseyi yaralamadan yapmışım bunu. Ares gibi sırtına tonla hançer saplayarak değil.
Dudakları düz bir çizgi şeklini almıştı. İkimiz de sessizliğimizi koruyor, kulağımda ise son dediği cümle defalarca kez tekrarlanıp duruyordu.
Ona... Ben mi vermiştim bu uğursuzluğu?
"Keşke hiç hayatıma girmeseydin," derken bunları isteyerek dediği gözle görülür cinstendi. "Ya da hiç doğmadan ölseydin annenin karnında. Bende sana hiç gönderilmemiş olurdum... Nefret ediyorum senden ve kendimden."
"Benim senden nefret etmem gerekirken hâlâ bende hatırın olduğun için hiçbir şekilde senden nefret etmedim." Dudaklarımdan dökülen kelimeler sadece doğruydu. "Ancak sende benim hatırım olmaması bunca sene içinde, nefret ettiğine haklı çıkarır nitelikte. Teşekkür ederim, sende devam et benden nefret etmeye. Belki daha sonra öldürmeye gelirsin beni."
Sırıttı ve göz temasını kesip "Okuluna git," dedi. Sinirlendiğini ve sinirle nefes alıp verdiğini hissediyordum. "Geç kalacaksın."
"Sen ne zamandan beri benim yaşamım ve okulumla ilgileniyorsun ki? Defol git evden, bir daha da geri gelme. Kalbimi almana izin vermeyeceğim, tekrar söylüyorum." Onunla arama büyük bir mesafe koydum ve hızlı adımlarla mutfaktan çıktım. Odama çıkıp montumu üzerime aldım ve çantamı omzuma atıp evden çıktım. Evden çıkarken mutfağa göz attığımda kaybolduğunu gördüm. Gitmişti.
Evden hızla ayrıldıktan sonra yolumda ilerledim. On dakika içinde okula varırken zil çalmıştı. Tam zamanında gelmiştim. Şansın böylesi işte.
Okul bahçesine adım attım. Ayakkabılarımın yere vururken çıkardığı sese gıcık kaparken neyse ki okulun ana kapısından içeri girebildim. Mermer zemine ayak bastığım gibi rotam direkt olarak kafeteryaya doğru ilerledi. Kafeteryadan genellikle kahve ve tost kokuları gelirdi. Buradaki çoğu kişi lisedeki gibi ergen tipli değildi. Dürüst ve gayet de iyi davranan çocuklardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHİR
Teen FictionHer taraf karanlık olacak. Aydınlık bir alan bulmak için çaba sarf edeceksin. O ellerin çok üşüyecek. Isınmak için ufacık bir mumun izini süreceksin. Kaçacaksın, belki de kurtulmuş olacaksın. Ama başından beri hata, sen olacaksın. Korkacaksın. Yeri...