“Gülümün dikenlerini kopardılar, kan ağlıyor gül yaprakları.”
🕯️
İlk kez ruhumun gerçekten öldüğünü hissettim. Peki diğer ruhlarımın cesetleri nerede saklı, Hilal? Demek ki hiç ölmemiştim.
Gerçek ölümün ne demek olduğunu hiç bilmiyordum, ancak ruh ölümünü de biliyor sanıyordum. Sonuçta o kadar zarar gördü ruhum, ölmemesi imkansızdı. Nefesimin kesildiği anlarda ölüyor sanıyordum, sırtımdaki hançerler de ruhumu öldüren şeylerden biri sanıyordum. Yanılıyormuşum...
Gerçek ölümüm, diğer kardeşlerimle karşılaştığımda yaşanmıştı. Evet, bu sefer sahiden bedenin kaldı, Hilal.
Kalbimde bir ağrı hissettim. O ağrı, kalbime saplanan hançerin acısından da fazlaydı. Can yakıcı, ruh yıkıcı.
Belki şu an da nefes alamıyordum, belki de ben asla nefes almıyordum... Kalbimde oluşan ağrı sarsıntıdan mıydı, yoksa gök gürültüsünden mi?
Acıdan kıvranan ruhumun asıl sebebi neydi peki? Hissettiğim hisler mi yoksa birden kaybettiğim zihnim mi?
Aklımda tonla ihtimal vardı; ya ölmüştüm ya da zaten ölmüştüm. Ya kaybetmiştim ya da zaten kaybetmiştim...
Gözlerim, babamın ardından geçen iki siluete takıldı. Kaşlarım şaşkınlıkla kalkarken “B-baba?” dedim sesim titreye titreye. Başım hafiften iki yana sallanırken gözlerim gerçekten mi? diyordu korkuyla.
Evet, gerçekten, dedi kahverengi gözleri.
Aklım bir karış havadaydı. Daha nelerle karşılaşacaktım, hiçbir fikrim yoktu. Bu yolun sonu nerede bitiyor, emin değildim.
“İçeri geç, Hilal,” dedi babam kırgın bir ses tonuyla. Kırgındı, üzgündü. Herkes böyle olurdu zaten böyle bir durumda. Sonuçta karın, başka bir adamdan çocuk peydahlamıştı ve senin olmayan çocuklara bakmak zorundaydın.
Zordu, yabancı bir eve alışmak gibi.
İçeri geçmeye korktum ancak kenarı çekildiği boşluktan geçtim içeri. Evin karanlık havası tüylerimi ürpertmişti. Sanki o çocuklar gelince, evin havası kararıvermişti. O neden ölmüştü? Neden bu çocuklar bizim evimize yerleşmişti?
Sanırım artık hiçbir şey normal olmayacaktı. Zaten ne zaman oldu ki?
Koridorda adımlarım sessizdi. Ayakkabılarımı kapı girişinde çıkardım ve ayakkabılarımı elime aldım. İçeri doğru giderken o çocuklara gözükmek istemiyordum. O yüzden merdivenlere doğru ilerledim ve tam o an, arkamdan duyduğum çocuğun sesi duraksamama sebep oldu.
“Sen bizim ablamız mısın?”
Lanet olsun.
Mecburen ona doğru döndüm. Yüzündeki sorgulayıcı ifadeye karşılık gülümsedim yalandan. Ona doğru yaklaştım ve ayakkabıları yere koyup ona doğru eğildim. Yere çömelirken elim, onun yanağına gitti. Baş parmağımla yanağını okşarken “Merhaba,” dedim sevecen bir ses tonuyla. “İsmin ne senin bakalım?”
Onlara ne olursa olsun, gerçek bir abla gibi olacaktım.
“Gökalp,” dedi sakince. Güven vermek istercesine gülümsemem büyüdü.
“Ne kadar da güzel bir ismin varmış... İkizinin adı ne peki?”
“O içerde oturan mı? Gökhan o da. Gıcığın teki-“
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHİR
Novela JuvenilHer taraf karanlık olacak. Aydınlık bir alan bulmak için çaba sarf edeceksin. O ellerin çok üşüyecek. Isınmak için ufacık bir mumun izini süreceksin. Kaçacaksın, belki de kurtulmuş olacaksın. Ama başından beri hata, sen olacaksın. Korkacaksın. Yeri...