Kara mühürlü kapıya geldiklerinde küçük grup durdu, Duncan geri dönerek Kylianne'in yüzüne bakmadan ama ona hitaben "önce ben içerisinin uygun olup olmadığını kontrol edeceğim" dedi ve Mannis ile beraber içeri girerken ekledi "ben gelmenizi söyleyene kadar burada bekleyin." Breannen olumlu anlamda başını salladı.
Breannen bir süredir Kylianne'i takip ediyordu, kaleye girdiklerinden bu yana tuhaf davranmaya başlamıştı. Duncan'ın hakaretlerine nerdeyse hiç karşılık vermemiş, askerlerin düşmanca tavırlarını görmezden gelmiş ve Breannen'la bile neredeyse hiç konuşmamıştı. Özellikle Mannis'in büyüsünden sonra kendini iyice soyutlamıştı sanki başka bir dünyada gibiydi. Acaba Mannis kıza kötü bir şey mi yaptı diye düşünmekten kendini alamıyordu, lanet olsun, dedi içinden onu korumam gerekiyordu.
Hiç sesini çıkarmadan kapının önünde uslu bir çocuk gibi duran Kylianne'i süzdü yeniden, aslında buraya geldiklerinde kızın nefretinin yine havayı tüketeceğini düşünmüştü ancak şu ana kadar Kylianne herhangi bir olumsuzluğa neden olmamıştı. "Yine de" diye düşündü Breannen, "uyuşmuş gibi görünüyor" Bu düşünce dişlerini sıkmasına neden oldu, her ne kadar kısa bir süre birlikte yolculuk yapmış olsalar da, Kylianne hayat dolu biriydi. Lanet olsun, diye söylendi tekrar, o bir dadı değildi o bir askerdi! Umduğundan daha sert bir sesle "Kylianne" dedi sonra sesini biraz daha yumuşatmaya çalışarak "İyi misin?" diye sordu.
Kız usulca başını çevirip, yağmur sonrası durulan göller gibi yeşil, sakin ve kıpırtısız gözlerini Breannen'a dikerek cevapladı "İyi olacağım, Breannen." İz sürücü onu kolundan tutup buradan sürükleyerek uzaklaştırmamak için bir an kendisi ile mücadele etti. Sanki ışığı solmuş gibiydi, ilk defa Kylianne'in ne kadar ufak, zayıf ve savunmasız olduğunu fark etti. Üzgünüm Kylianne, dedi içinden seni de bu deliliğe sürüklediğimiz için çok üzgünüm...
Nihayet kapı açıldığında hızla biri dışarı fırladı, Breannen önüne geçtiği için geçen kişinin yüzünü göremeyen Kylianne arkasından bakınca siyah renkli saçları beline kadar uzanan bir kadının ağlayarak uzaklaştığını gördü. Hemen arkasından da Duncan'ın gök gürültüsü gibi sesi duyuldu "Büyücü, artık gelebilirsin." Breannen önünden çekilince, kapıdan koridora doğru süzülen loş ışık Kylianne'in yüzünü aydınlattı ve ilk adımı attı.
Sanki biri onu içeri doğru çekiyormuş gibi hissediyordu Kylianne, karanlık koridordan içeri girince bir an gözleri aydınlığa alışamadı neden sonra önce Mannis'i seçti. Sonra onun yanında kollarını göğsüne kavuşturmuş, çatık kaşları ile onu izleyen Duncan'ı fark etti. Camın pervazına yaslanmış genç delikanlının Lord Bryce olduğunu tahmin etti ve ellerini önüne kenetlemiş, korkudan büyümüş gözleri ile kendisini izleyen Leydi Glenna'da onun hemen yanındaki sandalyede oturuyordu.
Kylianne'in gözleri yavaşça sağında duran yatağa kaydı, etrafını kırmızı-gri renkli bir aura sarmıştı. İlk bakışta yatağın üzerine geçirilen perdeler onu görmesine engel olsa da biraz ilerleyince nihayet savaşçıyı seçebildi. Ve işte tam o dakika zaman durdu, herkes silindi!
Lord Malcolm Mckenzie, Kildraen Kalesi'nin hâkimi, Glenn Surları'nın sahibi, halkının kralı, yenilmez savaşçı ve efsane lider, orada her şeyden habersiz, tıpkı bir ölü gibi öylece yatıyordu. Kylianne kalbini sızladığını hissetti, güçlükle hareket ederek yatağın başına doğru yaklaştı. Gözleri bu görüntüye inanmayı reddediyordu, aklı ona kaçıp gitmesi için haykırıyor ancak Kylianne olduğu yerden bir santim bile kıpırdayamıyordu. Bu nasıl olabilirdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Orman Büyücüsü
Fantasy3.YY Bilge Druidlerin zamanı, İskoçya... Kylianne'nin hayatı, sevdiği adamın ablasını öldürüşüne tanık olduğu gece tamamen değişti. Artık ne bir evi, ne bir ailesi ne de bir klanı vardı...Kendisine ait olan her şeyi arkasında bırakarak Uğursuz Orma...