Kylianne, uçuruma doğru koşarken sanki zaman yavaşladı, savaşçının düşüşüne dair her bir saniye aklına tane tane işlendi; Malcolm'ın dallarla beraber yere düşüşü, rüzgarın etkisiyle dalların genç savaşçıyı uçuruma sürükleyişi ve düşmeden o son dakika dehşet içerisinde kendisine bakan mavi gözlerin görüntüsü... Kylianne, hayatı boyunca ablasının ölümünün, yaşadığı en kötü tecrübe olduğunu düşünmüştü ancak şimdi, beterin beteri var denilen kavramın, ne demek olduğunu anlayabiliyordu. Duncan'nın kollarından sıyrılıp, atın üzerinden atlayarak ellerinin üzerine kapaklandıktan sonra adeta yuvarlanırcasına uçuruma doğru koşarken, ne annesi ne ablası ne de intikam kalmıştı...Düşünebildiği yegane şey, Malcolm'dı. Haykırışı rüzgarın uğultusuna karışırken, kendini adamın kaybolduğu uçuruma doğru attı ancak geç kalmıştı. Malcolm'ın savrulduğu boşluğun kenarına dizleri titreyerek gelen Kyliannne, bacakları artık kendini taşıyamayacak hale gelince uçurumun sonuna gidemeden olduğu yere diz çöktü...Genç kadın, hiçbir şey düşünemez haldeydi, tüm duyguları adeta uyuşmuş gibiydi, olanlara bir anlam veremiyor, sevdiği adamın ellerinden böylece kayıp gittiğine inanamıyordu! "Hayır bu olamaz" diye düşündü Kylianne, tırnaklarını ıslak çimenlere geçirirken "Bunu yaşıyor olamam! Bu gerçek değil, bu doğru değil!" diye mırıldandı.
Duncan'ın da durumu Kylianne'den parlak değildi, atının üzerinde adeta taşa dönüşmüş gibiydi... Hayatı boyunca o savaştan bu savaşa koşan, sayısız adamı gözünü kırpmadan öldüren ordular komutanı, şu an tıpkı bir çocuk gibi olduğu yerden tek bir santim kımıldayacak denli dehşet içerisindeydi. Gözleri, bir yere diz çökmüş Kylianne'e bir Malcolm'ın düştüğü uçuruma gidip gelirken, hayatında belki de ilk defa ölümden korkuyordu! Duncan Mckenna, kendine sadece ağabeylik değil aynı zamanda babalık yapan ve ona bir yuva sağlayan, ilk kılıç talimini birlikte yaptığı ağabeyinin ölümüne inanamıyor, bu gerçeklikten ölesiye korkuyordu... Atının üzerinde, bir heykel gibi hareketsiz durarak Kylianne'i izlerken, uçurumun ucunda minicik bir hareket sessizdi ve adeta şimşek hızıyla ileri atılan ordular komutanı, Malcolm Mckenzie'nin tek eliyle tutunduğu uçurumun kenarından, bırakmak üzere olduğu elini yakaladı!
Kylianne, yanından rüzgar gibi geçen Duncan'ı görünce önce ona aldırmadı ancak iki eliyle onun bir şey yakaladığını fark edince, genç kadın nefesini tutarak uçurumun dibine kadar yanaştı ve onu gördü: Malcolm Mckenzie, kayalıkların olduğu sarp uçurumdaki bir çalı parçasını tek eliyle yakalamış, hayata tutunuyordu...
Kylianne, Duncan'a aldırmadan iki eliyle Malcolm'ın kolunu yakalarken, dudaklarından fırlayan hıçkırığa mani olamadı.Kaybetme acısıyla yeniden kazanmanın yarattığı sevinç duygusu, iç içe geçmiş bir halde gözlerinden akıp, Malcolm'ın yüzüne damlıyordu. Tek kelime edememesine rağmen, tüm benliği ile adamın son yaşam çabasına tutunuyor, onu ölüme vermeye yanaşmıyordu. "Henüz" değil diye fısıldadı kendi kendine "Henüz gidemezsin, yaşamamız gereken yüzlerce şey varken, gidemezsin!"
Malcolm, kardeşinin Kylianne'i alıp gideceğine dair sözlerini işittiğinde en korkuç kâbusunun nihayet gerçekleştiğini düşünmüş ve buna izin vermemek için o lanet olası ağaçtan kurtulmaya çalışmıştı. Ancak ruh halindeki ani değişimler, havanında birden bire değişmesine ve rüzgarın güçlenmesine neden olmuştu ve Malcolm daha ne olduğunu anlayamadan kendini boşluğa doğru savrulurken bulmuştu. Son anda eliyle yakaladığı bir çalı parçası, gerçek manada adamın hayatını kurtaran şey olmuştu. Malcolm, bir an boşlukta süzülürken diğer an kollarını kuvvetli bir elin yakaladığını hissederek başını yukarı kaldırdı. Az önce sevdiği kadını almakla kendisini tehdit eden kardeşi, şimdi hayatını kurtarmaya çalışmak için uçurumun kenarında, kendi hayatını hiçe saymaktan çekinmiyordu. "Onu öldürmek istedim" diye düşündü Malcolm, başını yeniden uçuruma eğerken "Kendi kardeşimin boğazını sıkmak istedim..." Bu fikir adamın kendinden korkmasına neden oldu, bu denli aklını kaçırmış olabilir miydi? Neden sonra, kolunu zarif bir çift elin sardığını hissetti, kendisi her ne kadar aksini iddia etme istese de vücudu bu tene, bu kokuya hala tepki veriyordu... Başını kaldırarak, kendine ihanet eden kadına baktı bir kez daha ama görmeyi ummadığı bir manzarayla karşılaştı. Genç kadının sırılsıklam olan saçları kızıl bir nehir gibi genç savaşçının yüzüne değiyor, mavi- yeşil gözlerinden taşan duygular Malcolm'ın yüzüne bir gözyaşı nehri gibi akıyordu... Bakışlarını gözleriyle yalvaran Kylianne'den, çene kemiklerini kıracak denli sıkan Duncan'a çevirdi ve bu ikiliyi bir kez de böyle inceledi...Ve nihayet Mannis'in "Her zaman birden fazla çözüm bulunur." Sözleri kafasında bir anlam kazandı. "Elbette" diye düşündü kale lordu "Şimdi anlayabiliyorum..." Bakışlarını bu çiftten ayırarak yeniden, sarp kayalıkların kapladığı derin vadiye çevirdi, dibinden geçen nehir adeta incecik bir yılan gibi kıvrılıyor sanki kendisine başka bir yaşam vaad ediyordu. Aklı bu düşüncelerle dolup taşarken, Duncan'ın vadiyi inleten sesi kulaklarında yankılandı "Aklından bile geçirme! "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Orman Büyücüsü
Fantasy3.YY Bilge Druidlerin zamanı, İskoçya... Kylianne'nin hayatı, sevdiği adamın ablasını öldürüşüne tanık olduğu gece tamamen değişti. Artık ne bir evi, ne bir ailesi ne de bir klanı vardı...Kendisine ait olan her şeyi arkasında bırakarak Uğursuz Orma...