Bölüm 8-1 Sahir Ryita Efsanesi

375 99 13
                                    

        "Tavşan deliği, Dolap ve Duvardaki tablo."


Yelbegen vakasından altmış ay önce...

"Kardeşim! Şimdi uçup gidecek misin?
Senle beni birbirine kıran dünyadan.
Kalaysız kederdir seni bekleyen.
Fırtınalar sert esse bile..."

"Dur... Yanlış söylüyorsun. Fırtınalar değil fırtına."
Halit; kafasını sayfaları dökülmek üzere olan eski, tozlu kitaptan kaldırdı. Kalın kaşlarının ardından gözlerine dökülen siyah saçlarını geriye doğru attı. Kötü kırpılmış yaşlı bir koyunun kürküne benzeyen kalın saçları sık sık gözüne girip onu rahatsız ediyordu. Kitabın her an parçalanacak gibi duran sayfalarını nazikçe içine doğru ittirip, kitabı hemen yanında duran eski sandalyeye bıraktı. Geniş omuzlu ve uzun boylu olan bu genç henüz on yedi yaşındaydı. Kötü beslenmekten kaburgaları neredeyse sayılma noktasına gelmiş, derisinde ufak siyah lekeler ortaya çıkmaya başlamıştı.

Halit'e umutsuz gözlerle bakarken, terden anlıma yapışan saçlarımı ayıkladım. Nefessiz kalmaktan göğsüme yapışan omuzları yırtık, eski elbisenin beni boğmasını engellemek için elimle çekiştirmeye başladım.

"Elbiseyi çekiştirme." Halit telaşla ellerini sallamaya başladı, "burada kalan tek iyi kıyafet o." Ellerini ahşap sahnenin köşesine koyup kendini yukarı doğru çekti, küf ve nemden parçalanmak üzere olan sahnenin kalasları esnedi ve ağlamaya benzer gıcırtılar çıkardı. Duvardaki yosun tutmaya başlayan delikten içeri sızan güneş sahnenin doğu cephesini tamamen ağartmıştı. Şansımıza orası bol güneş aldığı için nem ve küften en az etkilenen bölümdü. Bu sayede her an çökme korkusu yaşamadan prova yapabileceğimiz en iyi noktaydı. Yine de yaz vakti vuran sabah güneşinin yakıcılığı altında prova yapmanın baş sıkıntısı bu terdi. Başka yerde de prova yapabilirdik ama bu fikir kimse tarafından, hiçbir zaman sunulmadı. Hepimiz artık evsizlere sahiplik yapan bu terkedilmiş gece tiyatrosunun sahnesini seviyorduk. 'Kaçak Cennet Tiyatrosu' eskiden buraya böyle derlerdi. Artık ne diyorlar bilmiyorum ama biz buraya ev diyoruz. Ailesinden kopup gelenler için her zaman başlarda zor oluyor, buraya ev demek... Eskiden ev olarak nitelendirdiğimiz şeylerin hiçbiri burada yoktu. Ocakta pişen yemek hiçbir zaman lezzetli değildi. Yatağımız gibi sıcak değildi, sofraların mutluluğu, en basitinden zor bir günün ardından eve dönüşte yaşadığımız huzur ve sabırsızlık. Bunların eksikliği ne zaman burası için 'ev' kelimesini kullanmak zorunda olsak boğazımızın düğümlenmesine neden olurdu.
Yine de bunlar başlarda geçerliydi. Zaman geçtikçe yemekler daha lezzetli gelmeye başladı, yataklar daha sıcak, sofralar daha mutlu... Beraber olduğumuz ve karnımız doyduğu sürece gülmeye devam edebilirdik.

Aramızda hiç evi olmamış olanlarda vardı, daha hayatının başında sığınacak bir yuvası olmayan. Bitmeyen mücadelelerin ve çırpınışların anlamını sorgulamadan, nehre karşı yüzen balıklar gibi hiç yorulmadan ama sonuca ulaşamadan.
Onlar için buraya ev demek daha kolaydı, belki de hayatımızın bu noktasında onlardan gördüğümüz bu heves, sonunda nehre karşı yüzmek zorunda kalmamanın verdiği anlaşılmaz rahatlığın tezahürü. İtiraf etmek utanç verici olsa da bunu izlemek, belki de bizim buraya ev dememizi kolaylaştırmıştı. Merak ediyorum da hangisi daha kötü acaba? Ateşe hiç sahip olmamak mı? Yoksa ateşi sonradan kaybetmek mi? Karşımda duran Halit benden farklı olarak ateşe hiç sahip olmayanlardandı. Burada yaşı en büyük kişilerden biri oydu. Her yaştan yaklaşık otuz çocuktuk, amacımız ve görevimiz birbirimize sahip çıkmaktı.
Tam olarak yalnız olduğumuzu söylesem haksızlık etmiş olurum aslında. Zaman zaman gelip bize bakan tek kişi Vekil Timuçin denilen bir adamdı. Arada gelip bize erzak ve para bırakırdı ama hiçbir zaman yetmezdi. Bazen gösteriş yapmak isteyen rahipler, sihirbazlar ve diğer kesimlerden zenginlerde buraya para bırakırlardı, yine de otuza yakın çocuğun bitmeyen ihtiyaçları için çok küçük rakamlardı. Verdikleri para bizi açlıktan korumaya ama asla belimizi doğrultmaya yetmeyen miktarlardı. Onların da amacı belki de buydu, eğer yapılan yardımlar gerçekten muhtaç olanları kurtarsaydı muhtaç olan kimse kalmazdı. Bu da onların gösterilerini bitirirdi.

SAHİR [2] - MİRASHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin