Bölüm 8-13 Sahir Ryita Efsanesi

145 85 14
                                    


"Kutsanmış olan, mutlu olan, tek olan."


Kısa sessizlik anında Asger yanımdan geçip sarkaca uzunca göz gezdirdi. Garip bir tanıdıklık düşüncesi sarmıştı aklımı. Birkaç gece önce de, Sukura ile konuştuktan sonra Asger ile karşılaşmıştım. Safir Kale büyük gibi görünse de buradaki dünyamız düşündüğümden çok daha dardı. Gerçi bu sefer karşılaşmamız tesadüf değil.

"Bana yardım edemezsin Asger, İkram hoca izin vermez."

"Merak etme ondan izin aldım. Kaeran, Bügem, İlayda ve Everest'te gelmek istediler ama onlara izin vermedi."

İyi dostlar edinmişim gibi duruyor.

"Neyse, problemin ne olduğunu çözebildin mi?"

"Daha geleli çok olmadı, alete dokunmadım bile."

Asger sarkaca doğru yürümeye başladı, "o zaman ana girişin oradaki eski atölyeye taşıyalım." Kollarını ve boynunu esnetip yavaşça aleti tuttu. "Karanlık çöktüğünde daha rahat ederiz."

"İki kişi bunu hayatta taşıyamayız, İkram hoca bile güç bela kımıldatıyor ki o tam teşekkürlü bir sahire."

Sözümün bitmesiyle Asger yavaşça çömeldi, aletin altındaki demir plakalardan tutup bütün gücüyle ıkınarak kaldırmaya çalıştı. Ona cabasının boşa olduğunu söyleyecektim ki aletin battığı çamurdan yavaşça yükseldiğini gördüm.
İnsan üstü bir kuvveti var... Daha fazla düşünmeden yanına doğru koşturdum, sağ elimle aletin üstüne rünik semboller çizerken sol elimin işaret ve orta parmağını havaya doğru dikip büyülü sözleri fısıldadım. Tekrarla çizdiğim rünik harfler hafifçe parıldadı ve aletin etrafını sarıp bir anda parlak toz taneciklerine dönüştüler.

"Biraz hafiflesin diye büyü yaptım ama çok işe yaramaz, o kadar iyi değilim." Sözüm bittiği gibi alet denge bulsun diye köşesinden tutmaya başladım.
Asger sarkacın altına girip iki eliyle sırtına yerleştirdi ve ağır adımlarla yürümeye başladı.

Atölyeye vardığımızda kollarım yerinden çıkacak gibi hissediyordum, neredeyse bütün ağırlığı Asger taşımasına rağmen nefes nefese kalmıştım. Asger'in bu sefer kendini sıkmaktan kızarmış ve ter içinde kalmış suratı benimkinden çok daha kötü bir durumdaydı. Sarkacı hafifçe yere bırakmaya çalışsak da tahta zeminle bir araya geldiğinde büyük bir gürültü çıkardı.

Eskiden ahır olan tek cephesi tamamen açık bu meskenin duvarlarına asılmış metal raflar ve üstlerinde tonlarca yedek parça vardı. Kulübeyi andıran ve tek girişinin içeriden olan bir eklentisi vardı. Eklentinin temiz, eski küçük bir camı vardı. Bu cam dışında dışarıdan görünen hiçbir özelliği yoktu, tahta bir bloğu andırıyordu.

Yerler eski yağ lekeleri ve talaş parçalarıyla kaplıydı, ne olduğunu anlamadığım çuvalların ve keselerin içinden garip kokular çıkıyordu. Giriş olarak kullanılan açıklığın karşı köşesinde eski bir işleme şöminesi vardı. Şöminenin eskimiş mermerlerden yapılan ek çukur haznesi ise ağzına kadar çakıl taşları doldurulup mühürlenmişti. Eskiden burada demir dövülüyorsa da o günler çok geçmişte kalmıştı.

Biz nefesimizi toplarken ek kulübenin kapısı açıldı. İçeriden çıkan ve yağlı ellerini eski bir beze silen adamı tanıyorduk. Matematik, mühendislik ve büyülü tasarımlar gibi derslere giren hocamız Eyvor'du.

Sahir Eyvor; iki metreden bir karış kısa bir adamdı, çıkık elmacık kemiklerinin hemen üstünde keskin bakan iki gözü ela rengindeydi. Tepeden yanlara taranmış saçlarının kenarları kusursuz traşlıydı aynı şekilde sakalları da bir asker gibi tertemiz traşlıydı. Tahminen otuzlarının ortasında olan bu dinç adamın düzgün ve güçlü bir vücudu vardı. Kollarını sıvadığı mavi gömleği üstüne taktığı önlüğe kıyasla yine düzgün ve tertemizdi. Üstündeki önlükte ise talaş, kil ve yağ yekeleri noktalar halinde gece vakti gökteki yıldızlar gibi parlıyordu. Nasır tutmuş iri kolları ve elleri yara izleriyle doluydu.

SAHİR [2] - MİRASHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin