"Nirodha"
"Yelbegen vakasından 'elli bir' ay önce..."
Silahlı talim ve düello bölgesi taştan karolardan oluşan devasa bir meydandı, meydan şatonun semalarından başlayıp ormanın dibine kadar uzanıyordu. Bazı noktalar şatonun gölgesinde kalırken bazıları gözle zor görülecek kadar uzaktaydı. Bu taştan yolların arası uzamış çimlerle kaplıydı, bazı düello arenalarının zemini tahtayla kaplıyken bazıları tamamen çiğ topraktandı. Üzerinde yürünmekten çamurlaşmış ve çukurlar oluşmuş bölgelerdi. Üçüncü bölge yatakhanelerinin ve depoların olduğu ek tarafa bakan bu bölgenin hemen dibinde yarım kalmış bir hendek vardı; ayrıca bizimkinden çok daha büyük ama sade, çıplak taşlardan oluşan bir balkon vardı. Hendeğin bittiği yerden tahta bir yol uzanıyordu. Tahta yol diğer şatolara ve binalara gidiyordu ama yolun güneyinde talim noktaları kalıyordu. Yolun diğer tarafında, kuzeyinde ise tek bir talim alanı vardı. Ahşaptan yapılma yüz metrelik bir beşgen şeklinde arena. Yine ahşaptan yarım metrelik basamakları vardı ve çevresi üstü rünik yazılarla kaplı tahta totemlerle çevriliydi. Şato'nun camlarından bakınca çok net görünen bu bölge sanki oralardan izlensin diye yapılmıştı. Kuzey yönünün devamında başka bir şey olmadığı gibi çok geçmeden tekrar ormana çıkıyordu.
Tahminim şu an için doğruydu. Camlardan sarkan pek çok sahiri görmek mümkündü. Kendi aralarındaki bağırışlarını bastıran şey ise hemen önümdeki ayrı bir kalabalıktı. Biraz daha yaklaşıp kalabalık arasından kafamı uzattığımda büyük, totemli arenada düelloya çıkmış iki kişiyi gördüm. Her yaştan farklı sahirin izlediği bu maç başlarda ilgimi çekmemişti, silahlı talim dersi için buraya gelsem de bizden kimse ortalıklarda yoktu. Çarpan omuzlar ve kollar arasından yolumu tekrar bulmaya çalışırken, çember şeklindeki izleyici kalabalığı arasında İlayda ve Everest'i gördüm.
Çember arenanın on beş adım gerisinden başlıyordu ve nedense sınır çizilmiş gibi netti. Düz bir şekilde yürüyüp bu hayali sınırı bozmak içimden gelmemişti, ben de kendimi kalabalık denizine tekrar attım. Başka şeylerle ilgilenen kalabalıklarda yürümek ayrı bir zor. Birbiri ardına dizilmiş kişilerin yükleri bir kişiyi kolayca ezebiliyor...
"Hoş geldin Ryita." İlayda keyifle bana gülümseyip doğrudan kafasını tekrar arenaya çevirdi, hemen arkasında duran Asger ve Kaeran'ı şimdi fark etmiştim. Kaeran büyülenmiş gibi sahaya bakarken Asger bana bakıp kafasını sallayarak hafifçe selam verdi. Geçen geceki konuşmamızdan sonra tekrar hiç konuşmamıştık, aramız daha mı iyi yoksa kötü mü hiçbir fikrim yoktu. Belki de bunu kurcalamamak en iyisidir.
"Bu kalabalığın sebebi ne?"
"Safir Kale'nin en güçlü iki sahiri düelloya çıkacaklar, arada bir bunu yapıyorlar." Everest kolunu benim koluma dolayıp sakince konuştu.
"Ah... Demek mesele bu." Heyecanlı görünmek istemiştim ama bu sözler benim için çok bir şey ifade etmiyordu. Yine de güzel bir düello izlemeye hayır demeyecektim. Atya ile festivalde vakit geçirirken izlediğim düellodan çok eğlenmiştim. Ayrıca sahirlik ile ilgili bazı ipuçları kapabilirim.
"Mesele sadece bu değil..." Hemen solumuzda duran, otuzlarına yaklaşmış başka bir sahir başını bize eğerek kibarca konuştu. Yanlardan hafifçe açılmış kısa kızıl saçları ve yuvarlak bir suratı vardı, sesi biraz ince olsa da dinlemesi hoş bir tınısı vardı. Belki de bu bağrışan kalabalık arasında güçlü bir sakinlikle konuştuğu içindi.
"Soldaki kahverengi saçlı ve cübbeli, beline bağlı kılıçla dikilenin adı Balamir. Yaşayan en güçlü sahir, bazıları ona gelmiş geçmiş en güçlü sahir diyor.""Evet biliyorum."
"Sen Balamir'i tanıyor musun?" Kaeran ve İlayda bana heyecanla bakarken hangisi sormuştu tam anlamadım, muhtemelen İlayda idi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİR [2] - MİRAS
FantasySAHİR - Balamir Efsanesi isimli kitabın devamıdır. Geçmişin sırları ve gömülü kabusları birer birer ortaya çıkarken, Balamir'in dünyaya açtığı savaş başlar. Dünyayı sarsacak kadının intikamı altında, kader hiç tanışmaması gereken insanların iplikler...