"Yelbegen olayından "Kırk" ay önce..."
Ana şatonun avlusu yılın bu zamanları etrafta gezebileceğin tek yer oluyordu, dondurucu soğuk ve donmuş patikalar yavaş yavaş çözünürken bahçe her zaman olduğu gibi yemyeşil ve canlıydı. Bir aydır güneş yüzünü onu gölgeleyen bulutların yokluğundan bulduğu fırsatla ilk defa göstermişti. Gökyüzüne baktığında insanın başını döndüren bir hızla hareket ediyormuş gibi görünen kümeler halindeki beyaz parça parça bulutlar pamuk tarlasını andırıyordu.
Buranın keyfini çıkaran tek biz değildik, özellikle kaleye yeni gelmiş çocukların şatonun içi dışında bulunabileceği tek yer burası olduğundan ve çıkmalarına nadiren izin verildiği için etrafı doldurmuşlardı. Neşeli koşuşturmalarıyla bağırışları bahçede açan çiçeklerden daha da umut verici bir manzaraydı. Her kış vakti hiç bahar gelmeyecekmiş gibi hissediyordum, her defasında yanılacağımı bilsem bile; bu manzara ümitsiz çıkarımımı toza çevirip kendi kahkahalarına karıştırıyordu.
"Ana şatoda hiç hayvan olmadığını fark ettiniz mi?" Bankta solumda oturan Everest yüzüne vuran güneşi elini siper ederek kapattı.
"Casusluk ihtimalinin doğmasını istemiyorlar; muhtemelen." İlayda sağımdaydı kolunu arkamdaki sırtlığa uzatıp arkasına yaslandı.
"Yine de bütün haşereleri, fareleri veya onun gibi şeyleri engellemek imkansız, bunun gibi devasa bir binada illa birkaç tane olmalı."
"Iy, umarım yoktur."
"Mutlaka olmalı, yani mantıklı mı sence."
"Niye olmasını bu kadar istiyorsun... İğrenç" İlayda kafasını eğip tiksinen bir yüzle kaşlarını kaldırıp Everest'e baktı.
"Hayır be, istemiyorum. Sadece garipliğini fark ettiniz mi diye sordum."
"Arada bir kuş görüyorum." Gözlerimi hızla kaçışan bulutlardan ayırmadan muhabbete katıldım.
"Kuşlar sayılmaz..."
"Niye?"
"Onlar uçuyor."
"Bazı farelerde uçuyor." İlayda tekrar kafasını kaldırıp derince esnedi.
"Saçmalama."
"Gerçekten," esnemesi bittikten sonra saçlarını eliyle kulağının arkasına attı ve belini bize doğru çevirdikten sonra konuşmaya devam etti. "Memleketimde büyük tüylü kuyrukları olan sincaplar var, yüksek tepelerden ve ağaçlardan atlayıp süzülerek etrafta geziyorlar."
"Onlar fare değil... Çekelez." İlayda'nın esnemesi beni de esnetmişti.
"Şehirli kız da her şeyi biliyor." Everest hafifçe sırıtarak başını eğdi.
Kafamı gökyüzünden ona doğru çevirdim derin bir iç çekip dil çıkardım ve hafifçe sırıtmaya başladım.
"Bazı böceklerde uçuyor, hatta buradaki ormanlıklarda uçan birkaçını görmüştüm."İlayda başını rahatsızca sallarken omuzlarını titretti, Everest ise yüzünü ekşitmişti; tam olarak istediğim etkiyi sağlayabildim.
"Bahar yakındır, pencerelerinize dikkat edin. Uyurken ağzınıza girmesinler.""İğrenç." İkisi neredeyse aynı anda bunu söylediler, İlayda ayağa fırlayıp karşımıza geçti hızlıca konuyu dağıtmak istiyordu.
"Keşke insanlarda uçabilseydi... Yani bazı büyülerle süzülmek mümkün ama uçmak bambaşka bir şey olurdu. Havada özgürce ilerleyebilmek..." İlayda sözlerini bitirirken yavaşça Everest'e baktı, Everest ise heyecanla gülümsedi ve kafalarını bana doğru çevirdiler. "Ryita bize büyü sıçramasını öğretsene... Şu kaybolup başka bir yerde belirdiğin büyüyü," umut ve şevkle bakan dört tane göz git gide daha da yakınlaşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİR [2] - MİRAS
FantasySAHİR - Balamir Efsanesi isimli kitabın devamıdır. Geçmişin sırları ve gömülü kabusları birer birer ortaya çıkarken, Balamir'in dünyaya açtığı savaş başlar. Dünyayı sarsacak kadının intikamı altında, kader hiç tanışmaması gereken insanların iplikler...