"Hayat mutlu bir şeydir, katlanılması gereken bir angaryadan ziyade keyif alınması gereken bir festival."
Atya'ya olan teklifimden sonraki dört saatin nasıl geçtiğini anlamamıştım, her anın çok farkında olsam bile hafızamda kurcalamaya çalıştığımda sarhoşmuş gibi hissediyordum. Atya ile gezimizin başında kalbim bir an için durmamıştı, konuşmalarımız her zamanki gibi olacak diye düşünüyordum ama heyecanım zaman zaman dilimin dolanmasına neden olmuştu. O da her zaman olduğundan çok daha sessizdi, belki benim gibi dilinin dolanmasından korkuyordu. Yine de ilk bir saatten sonra o kadar eğlenmiştik ki ikimizde bunu unutmuştuk.
Önce dünyanın farklı yerlerinden çeşitli kıyafetlerin olduğu tezgahları gezmiştik. Devasa çadırların binaların arasına gerilmesi ve büyük direklerle desteklenmesiyle oluşmuş büyük bir pazar alanıydı burası. Dört büyük salaşların ortasında duran insanlar elbiselerini ve kumaşlarını pazarlamak için bağırıyorlardı, güzel giyinmek hiçbir zaman ilgimi çekmemişti ama garip şapkaların olduğu bir pazar bulmuştuk. Kızıl rengi ucu sivri tüylü şapkalar, farklı renk yünlerden yapılmış bereler, üstünde garip ponponlar olan melon şapkalar en komikleriydi. Bütün hepsini birbirimizin üstüne deneyip, garip suratlarımız ve böyle şapkaları nasıl insanların giyeceğine dair taklitlerimizle bolca gülmüştük. Bizim kadar eğlenmeyen tezgahtar ve çevre halk çok geçmeden kovulmamıza sebep oldu.
Gezimiz devam ederken genişçe kumdan bir alana denk geldik, güney Noksul'a özgü olduğunu duyduğum bir güreş sporu yapılıyordu. İri yarı adamlar vücutlarına yağ sürüp birbirlerini devirmeye çalışıyorlardı. Bana tiksinç gelse de Atya büyük bir merakla sonuna kadar izledi, bu merakının sebebini sorduğumda.
"Aşırı kuvvetliler, normal bir insanın yapabileceği bir şey değil bu. Ayrıca güzel bıyıkları var hepsinin." Bunu söyledikten sonra elleriyle sanki bıyıkları hemen çıkacakmış gibi kontrol etmesine istemeden kahkaha attım. Hem o kadar kuvvetli gibi görünmüyorlardı, hatta birbirlerini gerçekten itiyorlar mı emin bile değildim. Atya'nın dediğine göre gerçekten iki güçlü insanın dövüşleri böyle gözükürmüş.
Sonra bir grup dansçı kadının gösterilerine denk gelmiştik, giydikleri garip kıyafetler üstlerine neredeyse yapışıyordu ama etrafındaki fırfırlar onlar dans ettikçe dönüp, hafifçe parıltılarla izleyen herkesi hipnotize ediyordu. Onlara baktığımda beni asıl büyüleyen şeyin, vücutlarını nasıl hareket ettirdikleriydi. Birbirleriyle kusursuz bir uyumları vardı ve sanki kasları bin parçaya bölünmüş gibi birbirinden bağımsız hareket ediyordu, her hareketleri sadece ritme uymuyor aynı zamanda onu besliyordu.
"Harikalar." İstemsizce hayranlığımı dile getirirken, onlar ile aramdaki farkı anladım. Muhtemelen benim ömrüm kadar geçen süre eğitim yapmışlardı, bir anlığına moralim bozulsa da ani bir titreme beni kendime getirdi. Atya'nın ellerini elimde hissetmenin yarattığı titremeydi bu. Heyecanla ona doğru baktığımda, elini aniden çekti ve konuşmaya başladı.
"Dalıp gitmiştin, hadi gidelim daha görülecek çok yer var." Utançtan kızarmış dudakları ve pembeleşmiş yanaklarıyla, konuşması bittikten sonra ilerideki yemek çadırlarını gösterdi.
Bir anlığına verdiğim tepki yüzünden kendime küfrettim, aniden titremeseydim elimi daha çok tutar mıydı?
İki sokağın çatıları arasına gerilmiş kalın kırmızı kumaşla ve tezgahların etrafı kapatmasıyla kutu gibi duran bu bölümde farklı yemek tezgahları vardı. Bulutların arasından parlayan soluk güneş kırmızı kumaşa vurup etrafı hoş bir kızıllığa buluyordu. İçeride pişen yemeklerin dumanıyla nemli ve ağız sulandıran bir hava vardı.
Daha önce hiç görmediğimiz bir tatlıyı alarak yolumuza devam ettik. Beyaz bir balçığa benzeyen, içinde pirinç taneleri olan bir tatlıydı, süt ve şekerden başka bir tat gelmiyordu. Yine de çok lezzetliydi. Yolumuz bizi panayırın derinlerine Kara Kule'nin yakınlarına götürmüştü. Burada genç sihirbaz çıraklarının açtığı tezgahlar ve ufak gösterileri vardı. Gösterileri en az bizimki kadar amatörce olsa da büyünün yarattığı ihtişam yüzünden çok daha hayret vericiydi. Genç bir sihirbaz çalıları kesip bir insan şekline büründürmüş ve onları heykel gibi sergiliyordu, çim ve çiçekten heykellerin aniden hareketlenip birbiri ile kavga etmesi ise heykellerin güzelliğinden bağımsız bir gösteriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİR [2] - MİRAS
FantasySAHİR - Balamir Efsanesi isimli kitabın devamıdır. Geçmişin sırları ve gömülü kabusları birer birer ortaya çıkarken, Balamir'in dünyaya açtığı savaş başlar. Dünyayı sarsacak kadının intikamı altında, kader hiç tanışmaması gereken insanların iplikler...