"Sammā-ñāṇa"
"Yelbegen vakasından 'kırk dokuz' ay önce..."
Kafamı kaldırıp safi mermerden yapılmış uzun yekpare salondan oluşan binaya baktım. Girintili sütunları piramit şeklinde çatıya bağlanıyordu, üstüne asılmış beş tane flama vardı. Flamaların her biri Baş Sahirleri temsil ediyordu, en sağdaki ilk flamanın üstünde yeşil tabana yerleştirilmiş gür, ak bir ağaç vardı. Flama o kadar eskiydi ki yeşil taban çoktan solup şekilsiz lekeler halinde beyazlamış, bu lekeler ağaç figürüyle karışmıştı. Dikkatli bakmazsan ne olduğunu anlamak imkansızdı. Halka şeklini almış sekiz tane deva daire cam vardır, camların her biri ayrı renklerdeydi. Bu camlar ve renkleri ise sekiz sahirlik türünü temsil ediyorlardı. Bunlar dışında binanın dışında çok bir şey yoktu. Ana şatonun dışına ilk defa çıkmıştık ve güneydeki uzak tepelere kadar yürümüştük. Tepelerin arasından başlayan kayalıklar ve kurumuş çalılıkların arasındaki patikadan dağın oyulmasıyla yapılmış basamaklara geldik. On dakikalık bir tırmanış sonrası bu tapınağın bahçesine varmıştık. Bahçe de bir o kadar bakımsızdı, parçalanmaya yüz tutmuş taştan kemerler, tepelik kenarlara yerleştirilmiş her biri hilal şeklinde olan bu kemerlerin bazılarının köşeleri çoktan çökmüştü. Biz kapının önünde beklerken gözlerimin önünde eski ve kurumuş bir elma ağacına yaslanmış kemerin çatıları parçalara ayrıldı.Kasvetli ve ölü toprağı olan bu mekanın köşesinde duran tapınak, bembeyaz haliyle fırtına bulutları arasında parlayan pak bir bulutu andırıyordu. İffa hocanın çağırması ile tek sıra halinde içeriye doluştuk.
Yekpare salonun tam ortasında yarım insan boyunca aynı mermerden bir çit vardı, üçlü sıralar halinde çitin hemen arkasında sıraya girdik. İçerisi tamamen meşaleler ve renkli camlardan sızan titrek ışıklarla aydınlatılıyordu. Dümdüz boyalı suntalarla kaplanmış iç duvarlar yine sekiz farklı renge boyanmıştı. Her duvarın önünde duran uzun ince ahşap masalar ve sandalyeler vardı. Her masanın başında iki ya da üç tane yaşını almış, farklı yaşlardan sahirler vardı. Mermer çitin on adım karşısında silindir şeklinde üstünde işlemeler olan bir kütükten sunak, o sunağın on adım arkasında ise iki basamaklık hafif bir yüksekliğin üstüne yerleştirilmiş diğerlerinden çok daha uzun bir ahşap masa vardı. Diğer bütün masalar bu devasa ana masa ve kütükten sunağa bakacak şekilde dizilmişti ve sekizgen oluşturuyorlardı. Dışarıdan daha farklı görünse de içeriden bu şekil çok doğal duruyordu, muhtemelen duvarlarla ilgiliydi.Zemine yerleştirilmiş taşlar, çeşitli daha ufak taşlar ve oyma işlemelerle süslenmiş olsa da güzelliği çok eskilerde kalmıştı. Meşalelerin ve çamurun yarattığı isler her tarafı kaplamış, korkunç kara lekeler bütün zeminin farklı farklı noktaları hatta duvarların bir kısmını ele geçirmişti. Meşalelerin asıldığı yerdeki boyalar çoktan renk değiştirmiş, diğer renklerin arasında daha koyu tonlarda kendilerince bir ritim oluşturuyorlardı.
Aşağı yukarı otuz kişi, bütün ikinci kademe öğrencileri olarak buradaydık. Artık büyük gün gelmişti, Sahirlik türümüzü öğrenecektik.
Ara ara çıkan fısıltılı konuşmaları İffa hoca inatla susturmaya çalışıyordu, başarısız girişimleri tapınağın arkasındaki duvarın aralanmasıyla tamamen bitti, çünkü herkes aniden susmuştu. Büyük masanın hemen arkasında duran ince duvar hafif beyaz bir ışıkla parladı, bir taşın üstünden akan damla gibi süzülen beyaz ışık yavaşça bir geniş, süslü bir kapı şeklini aldı. Kapı iki yana doğru açıldı ve içinden yüzünde siyah peçeler olan, üstünde gümüşi rengi pelerinli siyah cübbeleri olan yedi tane ihtiyar sahir girdi.
Hepimiz aynı anda sağ elimizi göğsümüze götürüp hafifçe eğilerek selam verdik, diğer masalarda oturan tecrübeli sahirler de ayağa kalkıp aynı şekilde selam verdiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİR [2] - MİRAS
FantasySAHİR - Balamir Efsanesi isimli kitabın devamıdır. Geçmişin sırları ve gömülü kabusları birer birer ortaya çıkarken, Balamir'in dünyaya açtığı savaş başlar. Dünyayı sarsacak kadının intikamı altında, kader hiç tanışmaması gereken insanların iplikler...