Akşam boyunca çok gülmüştüm. Meireles malum şarkısını söylemişti bize. Kuyt'a Türkçe olarak ne zaman 'nasılsın' diye sorsam 'afiyet olsun' diye cevap veriyordu.
Mehmet abi ile Yobo hala birbirlerine 'dayı' ve 'kangal' diye hitap ediyorlardı.
Bir ara Kent görüntülü aramıştı. Yanımda Volkan abimi görünce yüzü bembeyaz kesildi. Kendimi gülmemek için zor tutuyordum. Muhtemelen bu sabah kapıyı açması için ettiğim tehdit geliyordu aklına.
Sabah zaten antrenmanda birlikte olmalarına rağmen Szymanski'yle birliktelerdi. Daha yeni takip etmeye başladığın sevgilini mi aldatıyorsun diyorum. Ses yok.
Moussa Sow'u Emeneke gibi korkutmayı deneyeyim dedim. Yine kandı. Tabii her anlamıyla Emeneke olup röportajdan sonra Sow'dan dayak yemeyi kast etmemiştim aslında.
Kanepenin üzerinde uyuyakaldığımda galiba hiç bu kadar mutlu uyumamıştım.
Malum alarm sesim çaldığında saat 4'tü. Normalde bir saat ayılamazdım biliyorsunuz. Ama Meireles'in kafama geçirdiği yastık ile gözlerimi açtım. Hepsi hala buradaydı.
Yobo koltukta uyuyordu. Mehmet abi de kafasını onun karnına koymuştu. Şunların fotoğrafını çekmek lazımdı şimdi. Diğer koltuk da Kuyt ve Meireles'e aitti. Lugano ve Carlos tekli koltukları kapmışlardı. Ayaklarını önlerindeki sehpaya uzatmışlardı.
Sow, Volkan, Emre, Gökhan abilerim de L şeklindeki büyük olan koltuğa sığmışlardı. Durdukları pozisyon Yobo ve Mehmet abininkinden de komikti.
Babam dışında hepsi buradaydı. O gece ben uyumadan önce bana veda edip de gitmişti. "Göster kendini" dedi sadece. Bana olan güveni beni korkutmuyor değildi. Ya boşa çıkarırsam o güveni diye geçiriyordum içimden. Ya hepsinin gözünde gördüğüm bana karşı olan inançlarının karşılığını veremezsem. Ama sonra söz verdiğimi hatırlıyordum. Tutmak zorunda olduğum bir söz.
Gözlerini aralayan Gökhan abim söylenmeye başladı. "Gerçekten mi Rüzgâr? Bu ses mi?" Yarı uykulu şekilde onu "Ramiz dayıma laf etme" diye uyardım.
Emre abi de uyanmıştı. Huyumu bildiği için "Bugün yola çıkıyorsunuz" diye hatırlattı. Çünkü ayılamamış halim adını bile hatırlamazdı.
Gözlerimi açmaya zorladım. Hazırlanm lazımdı. Bir saate takım otobüsü beni almaya gelecekti.
Meireles'in bana attığı yastığı tekrardan ona fırlattım. Ayağa kalkıp yüzümü yıkadım ve odama doğru ilerledim. Dolabımı açtığımda gözüme çarpan bir şey vardı. Dolabım zaten Fenerbahçe'den ürünlerle doluydu. Formalar, eşofmanlar, tişörtler, sweatler... Ama bir forma dikkatimi çekmişti. O forma.
Alex'in bana 5 yaşımdayken hediye ettiği formayı aldım elime. O Chelsea maçında giydiği kendi formasıydı bu. Gülümsedim. Üzerime formayı geçirip altıma da siyah bol bir kot pantolon giydim.
Aynanın karşısına geçtiğimde savaştan çıkmış saçlarımı nasıl şekillendirebileceğimi düşünüyordum. Ben gideceğim için uyanan ablam odama girdiğinde elinde bir sprey şişesi vardı. Bu halimi tahmin etmişti tabii. Ablalar hayat kurtarıcıdır.
"Arda'nın karşısına bu saçla çıkmak istemezsin diye düşündüm" dedi elindeki spreyi sallayarak. Gerçekten mi abla? Gözlerimi devirdim. "Bari sen yapma abla ya. Zaten kaç gündür sinirimi bozuyor saçma sapan." Bana gülüp spreyi saçlarıma sıkmaya başladı. Birkaç dakikanın sonunda gerçekten düzleşmişlerdi.
Aşağı kata inip hala uyumakta olan abilerime baktım. Türkiye'ye dönmelerinin sebebi benim takıma transfer olduğumu duymaları ve Chelsea maçından önce buluşmak istemeleriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Kızı
FanfictionYeşil sahanın üzerindeyken top ayağıma geldiğinde tribünlerdeki ses yükselmişti. Fenerbahçe taraftarı hep bir ağızdan iki kelime söylüyorlardı sadece. "Rüzgâr'ın kızı".