"Abim senin işin gücün yok mu? Ne diye benimle uğraşıyon?"
İsmail abiyi köşeye çekmiştim. Hak etmişti ama. "Ne uğraşcam kızım be. Yardımcı oluyorum ben sana. Yoksa senin bu çocuğu sevdiğini kabulleneceğin yok yani."
"Ne sevmesi be!" Kabul etmemekte diretiyordum. Bana göz kırptı. "O da boş değil yalnız ha" dedi sırıtarak. Omzuna vurduğumda vurduğum yeri sıvazladı. "Yavaş be" diye söylendi.
"Asıl sen yavaş. Maşallah uçtun yine" dedim sitemle. Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Seviyorsun kızım işte kabullen. Tanışalı çok olmadı belki ama iyi tanıyorum seni. Kimseyi bu kadar umursamazsın ki sen. İnsanlar ne derse desin takmazsın. Ama Arda senin hakkında bir şeyi yanlış anlayınca alevleniyorsun birden. Sinirini de ondan çıkarıyorsun."
Doğru söylemesi sinirlerimi bozuyordu. Tebessüm ederek devam etti. "Özür diledi işte. Gerçekten pişman. Hem kendine hem ona acı çektirme daha fazla."
Benden dilediği özürden beri aklımda bu vardı zaten. Affetmek geliyordu içimden. Ama beynim aynı şeyi demiyordu.
İsmail abi şanlı aklımı okumuştu. "Kalbini dinle Rüzgâr" dedi ve bir şey söylememi beklemeden takımdakilerin yanına gitti. Birkaç saniye sonra ben de peşinden gittim. Yemek yemek için dışarı çıkmaya karar vermiştik. Kamp daha tam anlamıyla başlamadığı için İsmail hoca da buna izin vermişti. Yarından itibaren beslenme düzenimiz takımın diyetisyeni tarafından belirlenecekti.
Hoş görünümlü bir restorana gelmiştik. Restorandaki en büyük masayı bizim için ayarlamışlardı. Malum, ordu halinde geziyorduk. Hatta yerinde duramayan Mert abi yoldan geçen ingilizlere 'We are Turkish army' diyerek onları kışkırtıyordu.
Yemek görünce kendinden geçtiğimi bilirsiniz. Geçirdiğimiz birkaç hafta da takım da bunu öğrenmişti tabii. Yine de hala dalga konusuydu.
"Az yavaş ye be kızım" diye söylendi İrfan abi. O sırada onlara yumruğum kadar olan dolma gibi bir şeyi tekleyebileceğimi kanıtlamaya çalışıyordum. Mert abi gülüyordu. "Lan tipe bak, cebinden çıkartacak hepimizi" dedi dalgayla.
"Farkında olman ne güzel canım abim" dedim ağzımdaki kocaman lokmayı yutmaya çalışırken. Yanımda oturan Fred kahkaha attı. "Arda, emin misin oğlum? Bir daha düşün istersen" dedi imayla.
Ona çatal batırdığımda abartılı şekilde bağırdı. "Psikopatsın sen." Sahte bir heyecanla kafa salladım.
Arda'ya baktığımda rahatsıza benzemiyordu. Hatta bildiğiniz hoşuna gitmişti. Fred'e göz kırptığını yakalamıştım. Bu detayı gördüğümü fark ettiğinde dudaklarını birbirine bastırdı.
Sonra bakışlarını benden çekip telefonuna döndürdü. Bunu yapmasıyla birlikte benim telefonuma bildirim geldi.
@ 10ardaguler : Yukarı katta teras var
@ Rüzgârr_12 : Ee? Napayım yani atlayayım mı?
@ 10ardaguler : Benimle çıkar mısın diyecektim
Yuh
Mesajı okumamla lokmamın boğazımda kalması bir oldu. Öksürmeye başladığımda diğer yanımda oturan Szymanski sırtıma vurmaya başladı. Telefonuma ve Arda'ya kısa bir bakış atıp imalı gülümsemesini yüzüne yerleştirdi.
"Noldu kanka, lokmanı boğazında bırakacak kadar ne yazdı Arda?"
Tüm göz çiftleri bir bana, bir telefonuma, bir Arda'ya bakıyordu ve sonra gülmeye başlıyordu. Öksürmemin arasından "Seni bir ara çok güzel seveceğim Sebastian. Unutturma" diye söylendim. Ağzına fermuar çekmiş gibi yaptı ve elime su tutuşturdu. Verdiği suyu içtiğimde daha iyiydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Kızı
FanfictionYeşil sahanın üzerindeyken top ayağıma geldiğinde tribünlerdeki ses yükselmişti. Fenerbahçe taraftarı hep bir ağızdan iki kelime söylüyorlardı sadece. "Rüzgâr'ın kızı".