47: Lider

791 60 88
                                    

"Rüzgâr!" Gelen ses ile arkamı döndüm. Tadić pasını bana vermek için hazırlanmıştı. Ama ben bunu fark edememiştim. Önü kapanan Tadić ise pası Krunic'e vermek zorunda kalmıştı.

İsmimi haykırarak üzerime doğru son sürat koşan kişi kim miydi? Tabii ki öz kaptanım Džeko. Yanıma ulaştığında yüzü bildiğiniz kırmızıydı. Koşmaktan mı, yoksa bana içinden sövmekten mi onu tam olarak bilemedim şimdi.

"Ne yapıyorsun sen? Oyunu neden takip etmiyorsun?" O yüzüme tükürürcesine bağırırken ben kendime kızıyordum. Haklıydı. Oyuna kendimi veremiyordum. Aklımda hala tek bir cümle vardı.

Ya ona da iftira atıldıysa?

Boş bakışlarımın üzerine kaşlarını çattı Džeko. "Sen iyi misin? Sakatlandın mı yoksa? Rüzgar söylesene iyi olmadığını neden bu halde oynamaya devam ediyorsun? Sağlığın bu maçtan daha önemli, bunu sakın unutma."

Belirli bir endişe içinde bunları söyleyen Džeko'nun karşısında kendimden utanıyordum. O beni düşünmüştü. Böyle önemli bir maçta bile önce beni düşünmüştü. Ben ise özel hayatım yüzünden gelen bir topu bile fark etmemiştim. Kadıköy'e polis sokmamak için bana kalkan olan taraftarıma ihanet değil miydi bu şimdi?

"Özür dilerim abi" dedim mahcubiyetle. "Söz veriyorum, telafi edeceğim." Džeko'dan gelen şüpheli bakışlar altında maça ortak oldum.

Kafamdaki her şeyi silmek zorundaydım. Bu sefer başka şansım yoktu. Kendimden nefret ediyordum. Ne özel hayatımdaki olayların içinden çıkabiliyordum, ne de bunları maça yansıtmamayı başarabiliyordum. Vasıfsız bir insandım resmen. Ne hayatta başarılı, ne kariyerinde.

İlk yarı uzatmalarının bitmesine yaklaşık 10 dakika vardı. Muslera çok iyi bir oyun ortaya koyuyordu. Savunmalarını defalarca kez delmiştik. Kötü şut çeken biz değildik. İyi oynayan oydu. Nitekim bizim savunmamız onlara göre iyiydi. Maç boyunca Liva'ya az sayıda top ulaşmıştı. O ise Muslera ile yarışır bir şekilde kurtarmıştı topları. Bir kez daha anlamıştım. Yarışan sadece takımlar değildi. Aynı zamanda Türkiye'nin en iyi iki kalecisi yarışıyordu bugün.

Top Kerem Demirbay'dan dışarı çıktı. Taç bölgesine uzaktım. Bu yüzden yerimden kıpırdamadan topun oyuna girmesini bekledim. O sırada arka taraftan bir ses geldi.

"Kendine gel. Profesyonel değil misin sen? Amatör gibi davranmayı bırakıp maça odaklanmalısın."

Bir hışımla Kerem'e döndüm. "Neden o son cümleyi söyledin ki?" diye sitem ettim. O ise beni umursamıyordu. "Ben senin rakibinim ve istediğimi söylerim. Asıl sen neden kendine sahip çıkamıyorsun?"

Ofladım. Haklıydı. Sorun bendeydi. Konuyu kapatmak adına son bir cümle söylemeye karar verdim. "Onu Kemal Alev ile birlikte de gördüm Kerem."

Bir cevap vermedi. Ben de zaten beklemedim. Oyun alanına giren topa doğru ilerledim.

Zaha topu Kerem'e atarak atak başlattı. Cengiz abinin yetişemediği top, Kerem'den Torreira'ya gitti. Zaha ile paslaşarak bizim yarı sahamıza doğru ilerliyorlardı. Bu paylaşmaya Mertens'in de katılmasıyla birlikte top hakimiyeti tamamen onlara geçmişti. Ferdi abinin, Cengiz abinin ve Osayi'nin topu alma çabaları başarısız olmuştu. Bacaklarımı açarak koşmaya başladım. Gittikçe hızlanıyordum.

İçimden küfürler ede ede koşuyordum resmen. Çok uzaklardı. Yetişemiyordum.

Zaha ofsayta düşmemek için topu kontrol ederek geride durdu. O sırada Mertens kaleye yakın durup golü garantilemeyi amaçlıyordu. Bir yandan da bizimkilerin önüne geçmemeye özen gösteriyordu. Oosterwolde'nin topu almak üzere hamle yapması üzerine Zaha topu Barış Alper'e attı. Barış Alper ise beklenmeyen bir hareket yaparak topu sakladı. Halbuki Zaha'nın önü boşalmıştı.

Rüzgâr'ın KızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin