"Kalbin de mi yalan söyledi Rüzgâr'ın kızı?"
Ne kalpmiş aq ya! Çarpıyor lan işte! Ben napayım? Dur diyorum, dinleyen mi var karşımda?
Bu kadarı yeter. Bana o köprünün altında yaptığı şeyi ben de ona yaptım. Aramızdaki zaten az olan mesafeyi kapattım. Bunu beklememişti. Gözlerinin içine baktım. Sanki en derinlerini görüyormuşçasına.
Burnum az daha sağa kaydırsam burnuna değecekti. Belki o bile bu kadar yaklaşmamıştı o gün. Göz temasını bırakmadım.
Yutkunduğunu gördüm. Şu an benim için de çok zor bir durumdu. Ama belli etmemeye çalışıyordum. Yerinden çıkacak gibi atan tek kalbin benimki olmadığını fark ettiğimde zafer dolu bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.
"Dibine girince senin de kalbin atıyor Güler. Sen de bana mı aşıksın?" Burada yapmaya çalıştığım vurgu o gün dibime girmiş olmasıydı. Fakat sondaki cümlem olmuş muydu? İşte onu bilmiyordum.
O hala yüzünün ifadesiiğini koruyarak gözlerime bakıyordu. Bense kendimi bu zor durumdan kurtarmak için geri çekilmek istiyordum. Ama gözlerimi ayıramamıştım gözlerinden.
Kimdi ki o? Ben değil miydim aşk denilen kutsal duyguya insanları layık görmeyen? Ne değişmişti de hayatımda şu an onun yeşil gözlerinin etkisinden kurtulamamıştım. Bu aşk mıydı?
En sonunda kendimi geri çektim. Hala bana bakıyordu. Kendime gelip konuşmaya başladım. "Kalp doktoru değilsin Arda. Belli ki yanlış teşhis koymuşsun." Bu dediğimden sonra kapıya doğru ilerledim.
Bağırmaya başladım. Bu operasyonun kurucusunu biliyordum. "Ryan Kent, şu lanet kapıyı hemen açmazsan yemin ederim ki Volkan abime omzumu morarttığın için 5 ay sakat kalacağımı söylerim. İzle mucizeyi Hatay'dan buraya nasıl da kuş olup uçuyor!"
Galiba bu dediklerimden sonra ne kadar ciddi olduğumu anlamıştı ki kapıyı açtı. Ona hışımla baktım. Fakat sonrasında hiçbir şey söylemeyip aşağı inmeye başladım. Soyunma odasında girip hızlıca duşa girdim.
Yaptığım hareketten ben bile etkilenmiştim. Ayrıca rahatlamıştım. Demek ki birbirimize yaklaştığımızda kalbim ağzımdan çıkacak gibi olan tek ben değilmişim.
Duştan çıkıp üzerime siyah bir paraşüt pantolon ve asker yeşili bir tişört giydim. Saçlarımı kurutup elimle şekillendirdikten sonra çantamı alıp kapıdan dışarıya çıktım.
Onların soyunma odasına doğru ilerledim. Bugün de şeytana uyuyordum. İçeriden gelen sesleri dinlemeye başladım. İngilizce konuşuyorlardı.
"Lan kız haklı! Her şeyi yanlış anlayan sensin." Kent'in sesiydi bu. Belli ki Arda'ya diyordu. "Bilmiyorum abi. Ben hiç haklı olduğunu düşünmemiştim. O konuşmamızdan sonra hiçbir şey demeyince ben gerçekten öyle olduğunu zannetmiştim." Bu sesin sahibi ise Arda'ydı.
Belli ki konuştuklarımızı kapıdan dinlemişlerdi. Benim her şeyi söylememle birlikte onlar da benim haklı olduğumu söylemişlerdi.
Sonraki duyduğum ses İsmail abiye aitti. "Bana bak Arda, git kızın gönlünü al. Böyle nereye kadar kaçacaksın? Kampta da küs olursanız bu sefer valla kurtulamazsın benden."
Onaylayan sesler gelmişti. "Ya ben nasıl yapacağım şimdi? İki haftadır bir kere olsun konuşmadım sanki gerçekten suçluymuş gibi."
Lan ne suçu ya? Hadi diyelim ki gerçekten seviyorum. Suç mu bu amk? Ne diye sanki dünyanın en büyük hatasını yapmışım gibi davranıyor?
Kıskanıyor diyorum inanmıyorsun. Bunun başka açıklaması mı var
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Kızı
Hayran KurguYeşil sahanın üzerindeyken top ayağıma geldiğinde tribünlerdeki ses yükselmişti. Fenerbahçe taraftarı hep bir ağızdan iki kelime söylüyorlardı sadece. "Rüzgâr'ın kızı".