Göğüs göğüse gelen Ferdi abi ve Abdülkerim Bardakçı'yı izledim. Sonra İrfan abinin Torreira'ya doğru uçuşunu. Tadić bile birilerine sataşıyordu. Bonucci ve Becao'dan bahsetmeme gerek yok galiba. Ve Džeko... Normal şartlar altında ona kalanın İcardi olması lazımdı. Fakat bu sefer durumlar öyle değildi. Džeko yanımda durup bizi izlemeyi tercih etmişti.
Takımlar birbirine girmişti bile. Bu kesinlikle planlarım ile uyuşmuyordu. Sezonun ilk yarısının en önemli maçını riske atmaktı bu. Benim yüzümden bütün takım oyundan çıkmak pahasına karşı takıma sataşıyordu.
Ne yazık ki artık olan olmuştu. Bana kalan ise karşımdaki adamla kapışmaktı. Bu cesaret nereden geliyor diye sormayın, bilmiyorum.
Yapacağım hamleden önce tribüne son bir kez göz attım. Taraftar ile defalarca göz göze gelmiştim bu maç. Fakat böylesine büyük bir derbiyi izlemeye kimlerin geldiğine dikkat etmemiştim. Maça öylesine odaklanmıştım ki VIP kısmına bakmamıştım bile.
Ali Koç'un orada olduğunun farkındaydım. Yanında oturan Acun Ilıcalı'nın stada girdiğini de görmüştüm. Fakat onların arasındakiler beni fena halde şaşırtmıştı.
Gururlu bir anne gibi beni izleyen Volkan Demirel ile göz göze geldim. Bilirsiniz, kendisi Süper Lig'in en sakin futbolcusu olarak tarihe geçmiştir. Yanında oturan Emre Belözoğlu ile birlikte bu takıma gelmiş en soğukkanlı isimlerdir.
Gökhan Gönül'ün bakışları ise daha farklıydı. 'Yemişsin bir bok bari gerisini getir' diyordu bana bakışlarıyla. Merak etme abi, o iş bende.
Bana yaptığının aynısını yaparak omzunu ittim sertçe. Bunu benden beklememiş gibiydi. Geriye sendeledi. Kaşları havaya kalktı.
"Büyüklüğü hak etmeyen birine gösterecek saygım yok benim."
Sinirden kurdurduğu her halinden belli oluyordu. Bir cevap vermek istiyordu. Kendi başlattığı kavgayı sonuna kadar devam ettirmek istiyordu. Sonunu düşünmek istemiyordu.
Gözünü bizim takımın üzerinde gezdirdi. İsmail hoca kenardan tepkisizce bizi izliyordu. Yedek kulübesinden gelenler olmuştu. İrfan (E) abimin en sevdiği maça gelmiştik galiba. Dünden hazırdı şu kavga için.
İcardi beklemediğim tepkiler veriyordu. Etrafımızda birbiriyle didişen iki takımı dikkatle seyrettikten sonda bir adım geri çıktı. Gözlerini en sonunda bana döndürdü tekrardan.
"İki takım için de kötü olacak bu. Düzgünce maçımızı yapalım. Arkadaşlarına söyle geri çekilsinler."
Kaşlarımı çattım. "Bunu sen başlattın" dedim suçlayarak. Aramızda açtığı mesafeyi tekrardan kapatmak için adım atacaktım ki Džeko beni kolumdan yakaladı. İcardi'ye hiç de masum olmayan bakışlar atarken kulağıma eğildi. "Durma zamanı geldi Rüzgâr. Daha fazlası takıma zarar verir."
Džeko benimle bu konuşmayı yaparken benim gözüm tekrardan tribüne katmıştı. Az önce görmediğim ve şimdi koltuklarda yerini almış olan birini gördüğümde ise Džeko'yu dinlememiştim bile.
Kafasını iki yana sallıyordu Aziz Yıldırım. Dudaklarını oynatarak 'yapma' dedi sakince.
Hangisine tepki vereceğime karar verememiştim. Babamın yıllar sonra tesislere adım attığı günün birkaç hafta sonrasında stada gelmesi miydi şu an en garip olan? Yoksa Ali Koç ve Acun Ilıcalı'nın tam arasında oturuyor olması mı?
Böyle bir aşamada beni durdurmanın pek de kolay olduğunu söyleyemem. Fakat beni durdurmaya çalışan babamdı.
Hayatım boyunca hiç bir zaman söz dinleyen, uslu bir evlat olmamıştım. Fakat şimdi olaylar başkaydı. Anlatamadığım bir dürtü vardı içimde. Babam dahil herkes durmamı söylerken, hakem kart dağıtmak için yer ararken, stadyumu polisler basmışken, en önemlisi de taraftarım benim için bunca şeyi göze almışken kendimi geri çekmekten başka çarem kalmamıştı işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr'ın Kızı
Fiksi PenggemarYeşil sahanın üzerindeyken top ayağıma geldiğinde tribünlerdeki ses yükselmişti. Fenerbahçe taraftarı hep bir ağızdan iki kelime söylüyorlardı sadece. "Rüzgâr'ın kızı".