Yazardan ....
Hayatı boyunca "Köklerinizden kopun, her şeyi reddedin" diyen Nietzsche'nin doğduğu yer ile, öldüğü yer arasında 30 metre mesafe vardır. İlginçtir hayatı boyunca bir seyyah gibi ülke ülke gezip, hiçbir şeyin özgürlüğüne zincir vuramayacağını düşünen bir adamın, başladığı yere geri dönmesi. Nietzsche'ye göre kalp ve duygu dediğimiz şey zayıf tarafıydı. Bu yüzden "sert ve acımasız olup acıma hissini unutun. Çünkü kötülük insanın en büyük gücüdür." diyen ve merhameti gülünç bulan bir adamdı. Fakat bir sabah Turin'deki otelinden çıktığı sırada kırbaçlanan bir atı gördüğünde merhametine yenik düşmüş ve atın boynuna sarılıp attan özür dilemişti. Atın gözlerinin içine baktı. Bazı kaynaklar bu esnada Nietzsche'nin "anne ben bir aptalım" diye mırıldandığını yazar. Ardından Nietzsche, bilincini yitirdi ve zihni sonsuza kadar sürecek bir değişime uğradı. Nietzsche, bir daha hiç eskisi gibi olmadı. 10 yıl boyunca kimse ile tek kelime etmeden yaşadı ve hayatını kaybetti. Nietzsche der ki; "YAŞAMAK, ACI ÇEKMEKTİR. HAYAT İSE, BU ACIDAN BİR ANLAM BULMAKTIR."
Genç kadın sevdiği mavi gözlerin sahibine bakıyordu son üç dört saattir yaptığı gibi uyurken onu izlemeyi hep çok severdi o mavi gözlerde merhameti de görürdü ama asıl gördüğü ürkek bazen de acımasız bir çocuktu o yüzden uzun uzun bakmayı sevmezdi ona, özel bir gücün olsa ne olsun istersin deseler onun bütün yaralarına merhem olmak derdi istisnasız. Kendi de açmıştı yara en çok bu yüzden kızıyordu ona karşısına geçip 'sende yaralar açtım ama bıçağı elime sen verdin' diye haykırmak istiyordu. Bazı zamanlar bağırıp çağırmak canını yakmak istiyordu neden demek istiyordu neden yanında olmama izin vermedin be adam! Neden ikimizin de en çok canını sen yaktın kendisinde hata yok muydu elbette vardı. Hatalara rağmen olamazlar mıydı? Saçları okşanan adam da ise durumlar farklıydı annesi ona doğru geliyordu gözlerinden kanla süzülen yaşlar vardı "anneee" sesleniyor ama sesini bir türlü duyuramıyordu yanında beliren küçük bir çocuk gördü mavi gözlerinden art arda düşen yaşlarını siliyor hıçkırıkları kulakları çınlatıyordu o da sesleniyordu annesine onları izlemeye başladı "anne dur ne olur beni bırakma" koşuyordu annesine doğru sonra düştü ellerini çırpıp koşmaya devam etti sonra tekrar tekrar yaşandı bu olay kendi diz kapaklarında şiddetli bir ağrı hissetti ellerinin avuçları sızlıyordu yüzünü buruşturdu küçük çocuk seslendi yine "anne çok korkuyorum beni bırakma" ama kadın duymuyor ya da umursamıyordu onu yürümeye ve aralarındaki mesafeyi açmaya devam ediyordu genç adam daha fazla dayanamadı "anne duymuyor musun? Seni çağırıyor bak çok ağlıyor ne olur dur" genç kadın yerinde durdu ve yönünü onlara çevirdi üzerindeki beyaz gelinliğe benzeyen tüllü elbisesi gözlerinden süzülen her kanlı yaşla daha da kirleniyor kırmızıya boyanıyordu küçük çocuk ağlamalarının ardından bağırdı son gücüyle "canavarlardan çok korkuyorum beni onlarla yalnız bırakma" sonrası kulaklarını ağrıtan bir çığlık genç adam sıçrayarak açtı gözlerini "canavarlarrr" diye bağırdı Ahu ayağa kalkıp zaten yanında durduğu adama sarıldı "tamam geçti yok bir şey kabus gördün" İrfan gözlerini kırpıştırıyor nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu "an-ne, a-nnem" dedi derin derin soluklanırken Ahu gözlerinin dolmasına engel olmak için odanın tavanına çevirdi bakışlarını İrfan'dan ayırdığında kollarını genç adamın alnına düşen terden sırılsıklam olan bir kaç tutam saçını geri ittirdi hala gözleri hızla etrafı tarıyor gerçekliği sorguluyordu Ahu elleriyle İrfan'ın yüzünü kavrayıp mavileri yeşillerle buluşturdu "t-tamam bana bak geçti sadece kabustu" İrfan kocaman açtığı gözlerini o çok sevdiği yeşillerden bir an olsun ayırmadı o gözlere her baktığında canını suluyor, yeniden doğuyor, hayat buluyordu. Bilim insanlarına göre hayatta kalmak için yemek yemek, su içmek gerekliğiydi onun için ise Ahu lazımdı yaşamak için. "Sevgisiz sandılar seni İrfan, ama içinde kopan fırtınaları bir tek sen bildin." Ahu kendini toparlayıp biraz geri çekildi. Odanın kapısının çalınmasıyla bakışlar oraya yöneldi, önde mezarlıkta kendisiyle konuşan adam arkada Alparslan her zamanki çatık kaşlarıyla ve Ahmet komutan içeri girdi timin geri kalanı baş selamı verip dışarıda kaldı "evlat nasılsın nasıl hissediyorsun?" diye konuşmayı başlattı yaşlı adam İrfan duygusuz bir ifadeyle bakındı ona Alparslan gelip yanında durdu bodyguard gibi yaşlı adamın en ufak hamlesinde üstüne atılacak gibi duruyordu Ahmet komutan kasvetli ortamın dengesini değiştirmek adına öne atıldı "başın sağ olsun aslanım gelemedim cenazeye karargahta önemli bir mevzu vardı da nasılsın?" dedi karargahtaki ciddiyetinden yoksun bir ifadeyle yaşlı adam ağzının içinden "hep bir önemli işiniz olur zaten karargahta" dedi İrfan çatılmaya başlayan kaşlarıyla uyarıdan çok tehdit vari bir bakış attı tanımadığı adama "iyiyim komutanım sağ olun, en kısa zamanda karargahta olurum" "acele etme dinlen elbette döneceksin konuşmamız gereken konular var" İrfan mahcubiyetle başını salladı ve bakışlarını kaçırdı daha sonrasında Ahmet komutan yine uğrarım diyerek odadan çıktı Alparslan İrfan'ın yatağının ucuna oturup "geçmiş olsun kardeşim bir şeye ihtiyacın var mı? Kıyafet getirdim belki üzerini değiştirmek istersin" dedi ciddi bir ifadeyle bu sefer şaka emaresi yoktu Alparslan'da, İrfan üzerine bakıp toz toprak içinde kıyafetlerle durduğunu fark etti "sağ ol Alparslan iyi yapmışsın değiştiririm üzerimi" dedi soğuk bir ifadeyle iyi gibilerdi ama tam manasıyla da değil herkesin zamana ihtiyacı vardı bazı şeyler hemen unutulmuyordu yeri soğumuyordu işte yaşlı adam boğazını temizleyip dikkatleri üzerine çekti "benim İrfan'la konuşmam lazım müsaade eder misiniz?" dedi Alparslan derin bir soluk verip "şimdi sırası mı daha yeni kendine geldi" Ahu sessizce bir İrfan'a bir de gergin ortama bakıyordu Alparslan zaten gerekeni yapıyordu o yüzden konuşmayı anlamsız buldu. "Orası yeğenimle benim aramda seni sizi ilgilendirmez evlat" dedi samimiyetsiz bir şekilde Alparslan kafasını İrfan'a çevirdi İrfan kendisine cevap hakkı doğduğunu idrak edip "bırak ne anlatacaksa anlatsın Alparslan" dedi Alparslan daha da sinirlenip kapıyı bir hışımla açtı ve çıkıp gitti Ahu da İrfan'a baktı İrfan gözleriyle her şey yolunda işareti verince Alparslan'ın ardından çıktı. Yaşlı adam "bu askerler hep bir gergin saldırgan size eğitimde mi yüklüyorlar bu özelliği" deyip küçük bir kahkaha patlattı. İrfan'ın kendisine sert bir ifadeyle baktığını görünce gülümsemesi yüzünde soldu ve ciddileşti. "Kimsin benden ne istiyorsun anlat!" dedi İrfan genelde karşısındaki insan kim olursa olsun saygısız bir biçimde yaklaşmazdı ama bu adam canını sıkmaya başlıyordu. "Amcanım ben, Necdet'in kardeşiyim ismim Adnan " dedi adam Necdet Beyden bahsederken yüzünde tiksinti ifadesi vardı İrfan'ın gözünden kaçmamıştı "neredeydin bunca zaman?" diye sordu İrfan madem Necdet'ten nefret ediyordu belli ki İrfan'ında annesinin de ne yaşadığından aşağı yukarı haberi vardı niye engel olmamıştı Necdet'e, yaşlı adam bakışlarını elleriyle birleştirdi "geldim senin olduğunu öğrendiğimden beri kaç defa geldim ama o abim izin vermedi seni görmeme ben onun gibi değildim bunun farkındaydı Hülya'yı -anneni- ve seni kaçırmak istedim ondan sizi o cehennemden çıkarmak istedim ama olmadı" dedi Hülya'dan -İrfan'ın annesinden- bahsederken ha desen ağlayacak gibiydi İrfan karşısındaki adamın anlattıklarını ciddiyetle dinliyor sözünü kesmiyordu garip bir şekilde anlatırken mimikleri samimiydi yalan söylüyor gibi görünmüyordu "sonra ne oldu" "bak evlat her şeyi en baştan anlatacağım sana ama şimdi değil biraz uzun bir hikaye bizimkisi" dedi İrfan'ın elini tuttu İrfan da ilginçtir ellerini çekmedi ama yüzü yumuşamadı da "sadece asıl bilmen gereken şey" dedi ve duraksadı gözlerini İrfan'ın mavi gözlerine sabitleyip babacan bir tavırla gülümsedi "Hülya seni çok severdi" dedi İrfan kaşlarını çatıp "bunu zaten biliyorum benim annemi bana mı anlatıyorsun?" dedi fevri bir çıkışla yaşlı adam histerik bir şekilde güldü "annen" dedi ve durakladı "Hülya senin annen değildi..." dedi çatılan kaşlarıyla yüzünde saf bir öfke vardı İrfan kulaklarının uğuldadığını hissetti başı dönüyor, midesi bulanıyordu, ne saçmalıyordu bu adam uyanıklık ve kabus arasında gidip geliyordu böyle bir şey mümkün değildi.......
*Evet bir bölüm daha sona erdi yeni yeni sırlar ortaya çıkıyor kitabın adını İrfan ve sırları mı yapsam diye düşünmedim değil biraz entrikalı Türk dizilerine döndü gibi oldu bir kaç bölüm ama içimdeki o gizem oluşturma hissine engel olamıyorum kusura bakmayın 😅
*Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi belirtmeyi ve yıldıza dokunmayı unutmayınız.
*Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakınız sağlıkla kalınız❤️❤️❤️
*Bölüm kelime sayısı:1200
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DAĞ ÇİÇEĞİ'M
פרוזהKara gözlerini yavaşça açtı ve benim kahverengi gözlerimi buldu, içimde çatlamış susuz kalmış topraklarım her gözlerime bahşettiği bakışlarda can buluyor, sulanıyordu güzel gözlerini kırpıştırdı, "ez te hez dıkım" dedi. Kürtçe olduğunu anlamıştım...