Okul çıkışı annemin randevu aldığı psikoloğa gidecektim. Bu yazın başından beri iki haftada bir uğrardım böyle. Kadın hâlâ daha teşhis koyamamıştı ya da benden gizleyip ailemle paylamıştı.
Metro durağında beklerken saatimi kontrol ettiğimde randevuya 25 dakika vardı. "Yetişir miyim acaba?"
Yine o meyveli sakız kokusunu alınca sağıma döndüm, tahmin ettiğim gibi Yongbok'la karşılaştım. Kulaklık takmış, önüne bakıyordu. Elleri cebinde, kapüşonu başındaydı.
Pudra pembesi pofuduk bir şey giyince küçük vücudu içinde kaybolmuştu. Onu tanımasam kız olduğunu düşünürdüm. Yüzü o derece güzeldi.
Ona bakarken metronun geldiğini fark etmemiştim. Adım atmasıyla kendime geldim, ben de içeriye ilerledim.
Saati tekrar kontrol ettiğimde 20 dakika kalmıştı. "Güzel, yetişeceğim."
Başımı telefondan kaldırınca tüm koltuklar dolmuştu, bir yer hariç. Pembe kapüşonu arkadan görünce adımlarımı o yöne çevirip Yongbok'un yanına oturmuştum.
Yüzüme baktığı gibi beni tanıdı ve kulaklığının tekini çıkardı. Boşluğa bakmaya devam ettiğim için bu sefer selam vermedi. Konuşmayı sevmediğimi anlamıştı sanırım, beni hemen çözmüştü.
Kulaklığını geri takıp önüne döndü. Yol boyu sessiz sessiz oturduk. O şekerli koku burnuma yoğun bir şekilde gelmeye devam ediyordu. Ne kadar güçlü bir parfümdü bu?
İneceğim durağın ismi söylenince kalktım. Pembeli de doğrulup çantasını sırtına aldı. Yine derin bir iç çekip kulaklığını çıkardı, büyük cebine attı.
İstasyondan ayrılıp karşıdaki hastaneye yürürken beni takip ettiğini fark ettim. Acaba psikoloğa geldiğimi mi sınıfa yayacaktı?
O beyinsizlerin ne düşündüğü umrumda değildi gerçi. Hiç muhatap olmadan yoluma devam ettim.
Benimle birlikte asansöre bile bindi. Tamam yakışıklıyım da, bu kadarı takıntı sayılmaz mıydı? Hem de ilk günden-
Kata varınca benden önce çıktı. Danışmaya randevusunu gösterip sıra aldı. İşte bunu beklemiyordum. Sesimi temizledim, arkasına geçtim.
Fişi aldıktan sonra doktorumun odasının önüne gittim. Yongbok da oradaki koltuklara oturmuş, diğer odanın ekranını kontrol ediyordu.
Yanına oturdum ve düz bir ifade takındım. "Merhaba."
Selam vermemle şaşkına dönerek hemen gülümsedi. "Oh! Merhaba..."
Daha 10 dakika vardı. İçerideki hastayı beklerken biraz onunla sohbet edeyim dedim. Uzun zaman sonra biri hakkında merak ettiğim şeyler vardı.
"Neden buradasın?"
"Sosyal anksiyete ve panik atak." derken ellerini cebinden çıkardı, bana gösterdi. Minik parmakları tir tir titriyordu.
"Şu anda seninle konuşurken bile kalp krizi geçirecekmiş gibi hissediyorum..."
Bu sözüyle yüzüne döndüm. Kendi ellerine bakarken suçlu ve mahçup bir gülümsemeyle titrek nefeslerini bırakıyordu. Selam verdiğime bin pişman olmuştum.
"Bakma seninle böyle konuşabildiğime, bunu yenmek için yıllardır çabalıyorum-"
Elini tuttum. İçimden 5'e kadar sayarken o da nefeslerini tutmuş bir şekilde ellerimize bakıyordu. Süre dolunca çektim.
Parmakları hâlâ titriyordu ve bu görüntü beni rahatsız ediyordu. Havada kalmış elimi tekrar indirdim.
Bu sefer elini tutarken içimden 10'a kadar saymıştım. Hiçbir şey demeden beni izliyordu, arada yüzüme bakıp tekrar aşağıya dönüyordu. Bense bakışlarımı oraya kilitlemiştim.
10 saniye dolunca geri çekildim. Parmakları bu sefer durmuştu. Hayretle eline baktı. "Woah... Teşekkür ederim..."
Cevap vermedim. Titremenin durduğunu görünce biraz da olsa daha iyi hissediyordu. Bana dönerek "Sen neden buradasın?" dedi.
"Bana daha teşhis konmadı."
O da az önceki hareketimi taklit edip küçük elini bana yaklaştırdı ve -bütün elimi tutamayacağı için- dört parmağımı kavradı.
Bunu herhangi bir başkası yapsa çoktan itmiştim sanırım. Ama bu çocuğun dokunuşlarından rahatsız olmamıştım.
Ses tonu da kalın ve az çıktığı için başımı ağrıtmıyordu. Onunla konuşmak beni yormuyordu.
10 saniyelik ikinci tutuşu da bittikten sonra parmaklarımı serbest bıraktı. "Hmm, sende anksiyete yok."
Doktor gibi teşhis koyması komiğime gitmişti, bununla hafifçe sırıtmıştım. Beni görünce o da rahatlayıp gülümsemişti.
Hakkımda hiçbir şey bilmiyordu ama doğru söylüyordu, sosyal anksiyetem falan yoktu. Öyle zayıf biri değildim.
Sıra numarası anons edilince çantasını alarak kapıya ilerledi, bana hızlıca el sallayıp içeri geçti. Birkaç dakika sonra ben de çağırıldım, diğer odaya gittim.
"Hoş geldin Hyunjin."
"Hoş buldum Bayan Park."
Bugün daha rahattım, dürüst olmak istemiştim. Son düşüncelerimden bahsettikten sonra bazı cümlelerimi onaylatmak için defterindeki notları tekrar edip özellikle vurguladı.
-Diğerleri senin için alt seviyede mi? Kendini onlardan daha mı üstün görüyorsun?
-Evet, kesinlikle.-İstediğini almak konusunda kararlı mısın?
-Hiç geri adım atmam.-Bir de insanların seni övmesi hoşuna mı gidiyor demiştin?
-Kaliteli bir insansa evet. Aptal biriyse yorumunu sadece anlamsız bulurum."Hyunjin... Eğer bana karşı tamamen açıksan ve biz gerçekten düzgün bir iletişim kurmuşsak, 3 aylık izlenimlerime göre teşhisim şu yönde: Sende Narsistik Kişilik Bozukluğu olduğunu düşünüyorum."
🌼🌼🌼
Eve gittiğim gibi araştırma yaptım. Psikolog bir şeyler anlatsa da kendi süzgecimden tekrar geçirmeliydim. Beni benden daha iyi kimse tanıyamazdı sonuçta.
"Narcissus kendisini o kadar
çok beğenmektedir ki bir gün
bir su birikintisindeki yansımasına
bakarken kendisine olan
hayranlığından eriyerek yok olur.
Tanrılar Narcissus'un yok olduğu
yerde yepyeni sarı bir çiçek açtırır.
Bu, (latince adı narcissus olan)
nergis çiçeğidir."
Bu mitolojik giriş kısmından sonra belirtileri ve ilgili maddeleri okumuştum. Her cümleyle, her belirtiyle uyum sağlıyordum. "Evet, ben kesinlikle narsistim."Etrafımdaki çoğu insandan kendimi daha üstün görürdüm ve hayatım boyunca kimseye aşık olmadım. "Benim Nergis Çiçeğim nerede acaba..."
Diğer maddeleri okudukça daha çok gülümsedim. "Tanrım, biraz fazla mükemmelim."
Tek bir pürüz vardı: Lee Yongbok. O sarışın çocuk çoğu maddeyi kendi içinde geçersiz kılıyordu, bu durum beni rahatsız ediyordu.
Daha yeni tanışmıştık. Şimdiden bazı şeylerin ayarlarını bozmaya başlamıştı. Bu kontrol kaybından hoşlanmamıştım.
🌼🌼🌼
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Narsist Prens | Hyunlix
FanficNarsistik Kişilik Bozukluğuna sahip Hyunjin ile Anksiyete ve Panik Atak sahibi Yongbok'un imkansız arkadaşlığı zamanla daha derin duygulara dönüşecektir. İki asosyal çocuğun saf aşkı özgür olabilecek midir, yoksa psikolojik sıkıntıları buna engel mi...