"Yemek yemedin."diye mırıldandı Tayfun. "La olum sen yemeyince ben kendimi yarrak gibi hissettim."
"Kutay neden yok bütün gündür?"demişti Uygar yatağın içinde bacaklarını kendine çekip karalar bağlıyordu.
"Ben dedim git eve dinlen diye. Sen de zaten binlerce sınav verdin amına koyayım,kafa daşşak olmuştur."diye mırıldandı Tayfun ve çekmecedeki çikolataya uzandı. "Kırıntı falan ye la bari."
"İntikam için o gerizekalı ucubenin peşine düşmesinden korkuyorum."dedi Uygar derin bir nefesle. "Telefonu da meşgul,ya babasıyla birbirine girdiyse?"
"Dokuz canlı pezevenge bir şey olmayacağına eminim."diye mırıldanan Tayfun bıkkın bir nefes vermişti lakin kendisi de Kutay'a pek güvenmiyordu. Açıkçası Kutay'a Kutay'ın kendisi bile güveniyor muydu,meçhuldü.
O gece Uygar'ın ağrı kesiciler içip başını sıkıca tişörte dolayarak uyuduğu yorgun bir geceydi. Ara sıra uyanıp telefonda mesaj beklese de ortada ne ses ne soluk yoktu. Uygar eskiden olsa küplere binerdi ve kontrolü dışında gelişen her şeyde olduğu gibi aşırı bir tepki vererek kıskaç altına aldığı Kutay'ı "serserilik" etmekle suçlardı.
Başına gelse gururundan kafasına sıkacağı denli şiddete sahip iftira sonrası normale dönemezdi. Uygar bir kerecik olsun kontrol manyağı olmak yerine "Bir bildiği vardır."demeyi tercih etmişti. Müsait olduğunda ona döneceğine inanıyor ya da ona artık kuşku dolu bakışlar atmak yerine bir şeyleri ifade edene kadar sessiz kalmayı öğrenmeyi bekliyordu.Bazen bağırmak ya da çırpınmak anlamsızdı. Manasızdı. Kendini değiştirmek ya da göstermek isteyen insan bunu satırlarca kelimelerle yapmıyordu. Yapanların da dedikleri faaliyete dökülmediği sürece anlam ifade etmiyordu.
Birine seni seviyorum demek pekala basitti.
Yoldan geçerken kaldırımda açan papatyaya bile sevgi sözcüğü kullanabiliyordu insan. Ya da herhangi bir fiziksel aşkta aşık olup gemileri karadan yürütmek dilde kolaydı,gönülde zor.
Buna büyümek deniyordu. Bazen sevdiğin şeyi avuçların arasında sıkıca kafeslemek yerine onun kendi kaderini kendi yazmasına,gerek düşmesine gerek ayağa kalkmasına izin vermek de sevdaya dahildi.Yani mevzu Tahir olmak da değildi Zühre olabilmek de değildi. Elmayı sırf elma olduğu için sevdiğinde o elmanın tohumdan fidana,çiçekten meyveye dönüşüm anına sabırla zaman verip sulamak ve güneşin onu yetiştirmesi adına duacısı olmak da sevdaydı.
Yine de içinde bir yerlerde gökten düşen üç elmayı da avuçlayıp hala onu aramayan Kutay'ın beton kafasında parçalama arzusu var mıydı ? Olmasa çatlardı!
----------
Sabahın ilk saatlerinde güneş henüz odadan gözünün içine doğru süzüldüğü vakitlerdi.
Kulaklarını tırmalayan sesle birlikte yorganı üzerinden fırlamış ve yan koltukta iki büklüm uyur halde duran Tayfun'u da yerinden sıçratmıştı.
Gerçekten kulak tırmalayıcı ,insanı yerinden oynatan afilli bir gürültü vardı.
Uygar uykusuzluktan ve depresyondan şişik gözleri hala kapalı haldeyken ağzından bir küfür savurmuştu.Perdeyi usulca aralayıp in cin top oynayan sokağa baktığında kaşları havaya kalkmıştı.
Onun ruh hastası yönlerinin olduğunu biliyordu.
Hatta çoğu zaman ruh hastasından da öte derece sevimli sempatik tavırlarıyla gizli ruh hastalığı yatkınlığı olduğunu da biliyordu.
Ancak tüm gün sesi çıkmadıktan sonra sabahın köründe yeri göğü inleten bir motor sesiyle kapıda dikilmesine anlam verememişti.Taş siyahi mat bir motorla birlikte kapıda bekliyor uykusuz lacivertlerini kırpıştırıp salak salak penceredeki oğlana sırıtıyordu.
"Sabahları nasıl göründüğünü görmeyi özlemişim..."dedi Kutay sırıtırken.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Perde
Romance"Hiç sevilmemişsin,sevdiğin ise meçhul!"diye gürledi ceylan gözleriyle. Sevmek ve sevilmek nedir özenle ince ince öğreteceğini bilmeden...