3. Bölüm "İkinci Vatanım"

253 33 46
                                    

İki seçeneğin var; ya kal, ya gitme!
(Özdemir Asaf)

...

Birge'den...

Çorbayı kaşıkla karıştırırken bütün iştahımın gittiğini fark ettim. Neden her şey üst üste geliyordu ki sanki? Aptal değildim, Mikail ve Harun Haznedaroğlu elbet beni bulurdu. Bundan emindim ama bunun olabildiğince geç olması için her şeyi yapmaya hazırdım. O ikisinin eli her yere uzanıyordu, beni bulmaları hiç de uzun sürmeyecekti.

Sungur haklıydı. Yeni bir kimlik bir işe yaramazdı bende, eğer yüz nakli olmayacaksam. Türkiye'nin önde gelen iki iş adamıyla magazinde fotoğraflarım varken bunun aksini beklemek aptallık olurdu.

İkinci seçenek kulağa biraz mantıklı gelse de daha havaalanına gitmeden Mikail ensemde biterdi. Hatta belki de nerede olduğumu bulmuş bile olabilirdi. Bu yüzden lojmanda kalmam en güvenlisiydi. Burası asker kaynıyorken beni zorla kaçıracak halleri yoktu. Hem Sungura güveniyordum. Onun yüzünü gördüğümün sayısı bir elin parmağını geçmezdi ama yine de bana ettiği yardımdan sonra ona minnettardım.

Sonuç olarak evlenecek filan değildik, yalnızca ufak bir nişanlı rolüydü. O da lojmanda kimsenin yanlış anlamaması içindi. Onun meslekten atılma tehlikesi bile varken bu teklife hayır demem tamamen nankörlük olurdu. O içeri geldiğinde teklifine 'evet' diyeceğimi söyleyecektim.

Nişanlı rolü en fazla ne kadar ileri gidebilirdi ki zaten?

Çorbadan bir kaşık daha alarak bu muhteşem lezzeti mide mutlulukla yolladım. Çok güzel yapmıştı. Daha önce böyle bir mercimek çorbası içtiğime emindim ama hiç bu kadar lezzetli olacağını aklından bile geçirmemiştim.

Neden gelmesi bu kadar uzun sürmüştü ki? Acaba önemli bir görüşme mi yapıyordu? Meraktan içim içimi yerken burada öylece oturmak gerçekten berbat bir şeydi. Meraklı olmak dünyanın en kötü şeyiydi, kalkıp bakasım geliyor ama özel bir şey olacağını düşünüp merakımı yenmeye çalışıyordum.

Tamam, ben meraklı biri değilim. Ben çok meraklıyım!

Yalnızca mutfağın kapısından baksam yeterdi. Masadan kalkarak yavaşça kapıyı açtım. Kafamı aralıktan çıkarırken pek de görebildiğim bir şey yoktu. Sadece Sungurun sırtı ve o kaslı bedeni. Yanında çocuk gibi kaldığım doğruydu. Çok iriydi, yüz kilonun üzerinde olduğuna kalıbımı basardım.

Kazağın altında ki kaslarının şeklini görmek için üstünü çıkarmasına gerek dahi yoktu. Az önce tam karşımda oturduğu zaman beliren baklavaları kazağından bile 'Ben buradayım!' diye bağırıyordu. Hele sırtının gerildiğinde oluşan görsel şölene diyecek lafım dahi yoktu. Adem elmasının her yutkunduğunda kayışı insanın saatlerce orayı seyretmesine bile sebep olurdu.

Sen az önce 'abi' demekle tehdit ettiğin adama mı ölüp bitiyorsun Birge'ciğim, yoksa ben mi yanlış anlıyorum?

Sus sana bir sen, mantıklı olman canımı çok sıkıyor iç ses.

Elleri yumruk olunca merakım iyice depreşti. Sırtı bile gerilmeye başlamıştı. Bir şeye sinirlendiği belliydi, ama neye? Burnumu sokuyor gibi oluyordum ama yine de mutfaktan çıkarak sessiz adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. Parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Çok fena sinirliydi.

Bir yabancının sesini duyuyordum. Ama sesler tam net değildi. Biraz daha yaklaştım. Şu an tam Sungurun arkasında duruyordum.

"Hakkınızda zorla alı koymaktan suç duyurusu var, bizimle emniyete kadar gelmeniz gerekiyor." Dedi yabancı ses.

GÜL KOKAN BARUTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin