OY SINIRI: 25
YORUM SINIRI: 30 (Harf, sayı, random gibi şeyler geçersizdir.)
*****
Vincent'ın gitmesinden sonra Taehyung hiçbir şey olmamış gibi bize yiyecek bir şeyler hazırlamıştı. Yemeği yedikten sonra şöminenin karşısındaki tekli koltuklara oturmuş, sessizce yanan ateşi seyretmeye başlamıştık. Aramızdaki sessiz gerginliği bozmak için ikimizde bir adım atmıyorduk ve böyle devam ederse ikimizde tek kelime konuşmadan ayrılacaktık. Bu sefer ilk adımı atmak için kendimi zorlayarak bir konu açmaya çalıştım.
"Yoongi hyung'u nereden tanıyorsun?" Merak ettiğim soruyu da böylelikle sormuş oldum. Taehyung kafasını bana çevirerek kısacık bir an benimle göz göze geldikten sonra hızla gözlerini kaçırarak tekrardan şömineye doğru döndü. Sorumu cevaplamayacağını düşünürken beni yanılttı.
"Doğduğu andan beri tanıyorum aslında. Yoongi de şey...bizden. Yani çok yakın bir arkadaşım. Seni buraya getirmesini istemiştim, o da beni kırmadı işte." dediğinde, merakım daha da artmıştı. Az önce suskun olan ben değilmişim gibi şimdi saatlerce konuşma isteği dolmuştu içime.
"Siz derken? Siz kimsiniz ki?" Sesimin heyecanlı ve meraklı bir çocuk gibi çıkmasını engelleyememiştim. Bu meraklı hâlim ise Taehyung'un saatler sonra gülümsemesine neden olmuştu. Uzun zaman sonra gördüğüm kare gülümsemesi kalbimi tekletmiş, nefesimi kesmişti. Bu adamın üzerimdeki etkisi tehlikeli derecedeydi. Bir gülümseme beni bu kadar etkilememeli.
"Bizim kim olduğumuzu şu an sana söyleyemem minik meraklı kamelyam, ama ilerde belki söylerim." dediğinde, ben dediklerinden çok bana hitap şekline takılı kalmıştım. Mektubunu okurken gördüğüm kelime ile şimdi dudaklarından sesli duymak çok farklı hissettirmişti. Onun sesinden duymak, okumaktan daha fazla etkilemişti beni.
"Taehyung, sen neden uzun bir süre ortalıkta yoktun?" dediğimde, Taehyung'un yüzündeki ifadesi değişmişti. Yüzündeki minik, huzurlu gülümsemesi silinmiş, yerine üzgün bir ifade yerleşmişti. Bu ani değişen ruh hâli, sorduğum sorudan pişmanlık duymama sebep olmuştu.
"Öyle gerekiyordu. İşim vardı ve haber vermeden uzaklaşmam gerekiyordu. Seni endişelendirdiysem eğer özür dilerim." Sesindeki hüzün, içimi dağlıyorlarmış gibi canımı yakmıştı. Onu hep neşeli gördüğüm için bu hâli canımı yakmıştı. Neden bilmiyorum ama onun üzüntüsü beni de etkilemişti. Yüzüm düşerken az önceki heyecanlı hâlimden eser kalmamıştı şimdi.
"Beni endişelendirdin ama asıl sorun bu değil ayrıca özür dilemen de gerekmiyor. Sadece başına bir şey gelmiştir diye korkup endişelenmiştim ama fiziksel bir sorunun yok gibi. Tae, sana ne oldu? Neredeydin?" Sözlerimle birlikte şömineye bakan yüzü bana doğru dönmüştü ve gördüğüm görüntü derin bir iç çekmeme neden olmuştu. Gözleri yaşlarla parlıyordu ve damlalar akmak için savaşıyordu adeta.
"Jungkook sormasan? Merak ediyorsun biliyorum ama bugün sormasan ve sadece sussak?" Neden diye sormadım. Canının yandığını gördüm ve dediğini yaparak sustum. Susacağımı anladığında öyle bir nefes çekti ki içine, sanki tüm oksijeni kendisine almış gibiydi. Ama daha çok aldığı nefesle teşekkür etmiş gibiydi.
İkimizin de gözleri şömineden çıkan ateşteyken ve kulaklarımızda sadece ateşin çıkarttığı çıtırtı sesleri varken, sessizlik bir bulut gibi aramızda yavaşça dolanıyordu. Saatler boyunca yan yana sessizce oturduk ve hava karardığında, kurtlar uluşmaya başladığında gitme vaktimin geldiğini anlamıştım. Annem merak ederdi, biliyorum. Ona haber vermeden çıkmıştım, lakin şimdi gözlerimin içine bakan ve gitme diye sessizce yalvaran gözlerin karşısında nasıl eve gidebilirim ki? İkilemde kalmış ruhum rahatsız edecek kadar sıkışmıştı arada. Gitmeli miyim yoksa kalmalı mıyım?
"Taehyung ben gideyim mi artık? Saat geç oldu ve annem beni merak eder." Gözleri benim gözlerime kilitlenmişken dudaklarının arasından sadece "İstiyorsan git tabii, annen merak etmesin." cümlesi çıkmıştı fakat gözleri 'gitme' diye yalvarıyordu.
"Tek başıma mı gideyim?"
"Ben geçiririm seni, tek başına asla göndermem." dedi ama gözlerime bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu bakışmamız ne kadar sürdü bilmiyorum ama tıklatılan kapı sesiyle birlikte ikimiz de bir rüyadan uyanıyormuş gibi irkilerek kendimize geldik ve Taehyung oturduğu koltuktan hızla kalkarak kapıya doğru yöneldi. Çok geçmeden yanında Yoongi hyung ile görüş açıma girmişlerdi. Taehyung'un yüzünden düşen bin parçayken, Yoongi hyung her şeyden habersiz gülümsüyordu.
"Hadi bakalım minik tavşan gitme vakti." Yoongi hyung'un neşeli sesinden sonra Taehyung ile göz göze gelmiştik ve ikimizin de gözlerinde aynı duygu vardı. Ben gitmek istemiyordum, o da gitmemi istemiyordu. Ama isteklerimize rağmen oturduğum koltuktan kalkarak kapıya doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan gelen adım seslerini duyuyordum.
Kapının önüne geldiğimizde, Taehyung ile kısaca sarılmıştık ve fazla gözlerine bakamadan arkamı dönerek patika yolda ilerlemeye başlamıştım. Çünkü o gözlere bakarsam bu sefer gidemezdim. Bunu bildiğim için gözlerine bakmadan yola koyulmuştum. Yoongi hyung'un arkamdan gelen adım seslerini işitiyordum.
"O kadar saat ne konuştunuz kook?" diye sorduğunda, hiçbir şey konuşmadık diyemedim. Hep yaptığımı yaparak sessiz kaldım ve cevap vermedim. Zaten Yoongi hyung da bir daha sormamıştı.
___________________________________________
Annyeonghaseyo yorobun!Nasılsınız?
Aslında bugün 2 yb gelecekti ama akşama bir işim çıktığı için yine tek bir bölüm atmak zorunda kaldım.
Beğendiyseniz oy ve yorum atmayı unutmayın sakın!!
Dedik ve bölümün sonuna geldik.
Yeni bölümlerde görüşürüz canlarım~👐🏻
Sağlıcakla kalın, hoşça kalın💜
________~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Snake || TaeKookV
FanfictionYılan iblisin herkesten gizlediği bir ikizi vardır. Yılan iblisin gölgesinde kalan ve yılan iblislerin kanını kirleten melez ikiz, bir insana aşık olarak en büyük yasağı çiğner. Ve ikizini insandan uzak tutmaya çalışan yılan iblis ise kendisinin bil...