*****
Kralın ve Yoongi hyung'un anlaşmasından sonra kibarca taht odasından kovulmuş ve kralın tabiriyle bekleme salonu dedikleri bir yere alınmıştık. Aynı taht odası gibi açık renklerle döşenmişti ve içerisi tamamen boştu. Duvarlardaki ve tavandaki altın işlemeler haricinde oda bomboştu. Ne bir koltuk vardı ne de bir masa. Ayakta dikiliyorduk resmen. Bu kadar kötü ağırlanmamız biraz sinirlerimi bozsa da biraz sonra Tae'ye kavuşacağım için her şey şu anda benim gözümde önemsizdi. Sinirlenmem bile anlık olmuştu ve o sinir hemen heyecana dönüşmüştü. Şimdi ise heyecandan dört döndüğüm odanın kapısı yüksek sesle açılmıştı.
İlk önce adımlarım duraksadı, ardından soluğumu tuttum ve ağır çekimdeymişim gibi gözlerimi yavaşça açılan kapıya çevirdim. Saniyesinde göz göze gelmiştik. Bu an ölmekle eş değerdi benim için, tek fark hâlâ nefes alıyor oluşumdu. Ben az önce mutluluktan ölmüştüm...
Ne zaman ağlamaya başladığımı bile bilmiyordum ama yanaklarıma kadar ulaşan gözyaşlarımı takip eden gri gözler ile anca fark edebilmiştim ağladığımı. Grileri tekrardan gözlerime çıktığı an üzerime doğru hızlı adımlarla gelmeye başlamıştı ve ben de bu hareketi bekliyormuş gibi olduğum yerde durmaya son vererek ona doğru adımlamaya başlamıştım. Bedenlerimiz orta yolda çarpıştığı an hiç beklemeden kollarımı sımsıkı bir şekilde boynuna dolayarak yüzümü boyun girintisine gömdüm ve özlediğim kokusunu derin derin içime çektim. Tae'nin dudaklarını saçlarımın arasında hissetmemle burnundan aldığı derin nefesleri işitmem aynı anda gerçekleşti. O da benim kokumu içine çekiyordu.
"Ölüyorum sandım. Aklım gitti Tae, aklım..." Sesim boğuk çıkarken, beni anladığını biliyordum.
"Minik kamelyam. Güzelim. Ruhumun eşi. Canımın içi." diye sayıklamaya başlamışken, her kelimesinde içimden akıp giden sıcak bir şeyin varlığını hisseder olmuştum. Karnımda kelebekler pır pır ediyordu sanki, bunu aşık insanlar galiba böyle tarif ediyordu.
"Aşk dolu dakikalarınızı bozmak istemem ama aramamız gereken bir kayıp kişi var ve bizim zamanımız kısıtlı. Hani diyorum ki, ayrılsanız da aramaya mı başlasak?" Huzurluyum diyebileceğim anların katili olan Yoongi hyung'un sesiyle ısındığım kollardan ayrılarak kendimi zor da olsa geri çektim. Taehyung da bana uyarak geri çekildiği an üşümüştüm.
"Seni unutmuştum, kendini hatırlattığın iyi oldu Yoon!" diye adeta bağırarak konuşan Taehyung Yoongi hyung'un üzerinde doğru gitmeye başlamıştı ve bu durum Yoongi hyung'u korkutup kaçırmaya yetmişti. Yoongi hyung kaçıp Tae'nin kovaladığı saniyeler, Yoongi hyung'un yakalanmasıyla son bulmuştu.
"Sinsi yılanım, açıklayabilirim." Yoongi hyung'un bu sözleri Tae'yi daha da sinirlendirmiş olacak ki tuttuğu enseyi biraz daha sıkarak Yoongi hyung'un çığlık atmasına neden oldu.
"Böyle tehlikeli bir yere onu nasıl getirebilirsin?! Aklın nerede senin Yoon!? Ya ona bir şey olsaydı? Ona bir şey olsaydı yakardım bu diyarı, anlıyor musun?!" diye bağıran Taehyung'a sadece kafasını ürkekçe sallayarak cevap vermişti Yoongi hyung.
"Bende sizin bu anınızı bölmek istemem ama Yoongi hyung haklı Tae. Şu anda kaybedecek vaktimiz yok, elimizde sadece 1 ay kadar süre var ve onu nerde bulacağımızı da bilmiyoruz. Bir an önce başlasak çok iyi olur bence." diyerekten araya girdiğimde, Tae kedi yavrusu gibi ensesinden kavradığı Yoongi hyung'u bırakarak yanıma gelmişti ve bir kolunu omzuma atıp şakağıma minik bir öpücük kondurarak gözlerini yeniden Yoongi hyung'a dikmişti. Kalp ritmim bu saniyelik olan olayla hızlanırken, odağımı konuşulanlara vermekte zorlanmıştım.
"Bizimkilerin haberi olmamalı. Bunu gizlice yürütmeliyiz." dedi Yoongi hyung.
"Araştırmaya cadılarla başlayalım bence. Onların yardımı dokunabilir, ardından büyücülere ve daha sonra diğer vampir gruplarına gideriz. Her bulduğumuz bilgiye göre de rota değiştirebiliriz." dedi Taehyung. Ben ise bu sırada sessizdim.
İkili fikirlerini belirtip ortak bir karara varmaya çalışırken, bulunduğumuz odanın kapısının açılmasıyla odaklarımız hızla değişmişti. Üçümüzün de gözleri açılan kapıya ve kapının önünde bize sırıtarak bakan bedene çevrildiğinde, dudaklarımdan hiçten masum olmayan bir küfür kaçıvermişti. Bu kaderin bize bir oyunu mu bilmiyorum ama şu anda biraz ilerimde duran kişi bir oyun olamayacak kadar tehlikeli biriydi.
"Bensiz maceralara atılmaya utanmıyor musun kardeşim?" diyen bedenle gerilmiştim. O da bizimle gelmeyecek, değil mi?
"Ne istiyorsun Vincent?" Bu soru Taehyung'tan gelmişti.
"Sadece eğlence istiyorum." dedikten sonra kapının yanında dikilmeye son vererek bize doğru yaklaşmaya başlamıştı. Gözlerini bana dikerek yürümesi tüylerimi diken diken ederken, olduğum yerde korkuyla titremiştim. Kim Vincent, beni korkutan nadir kişilerin başında yer alıyordu.
"Siktir git, o eğlenceni başka kapılarda ara!" Taehyung'un bu çıkışı Vincent'ı bile şaşırtırken, benim şaşırmamam aptallık olurdu. Ondan güçlü olduğuna inandığım kardeşine karşı böyle bir tavır sergilemesini beklememiştim, buna hazırlıksız yakalanmıştım.
"Senin bu cesaret nereden kardeşim? Yoksa yanındaki ufaklığa mı güveniyorsun?" dedikten sonra mavi gözlerini bana çevirdiği an nefesimi tutmuştum. Yakından karşı karşıya geldiğim mavileri beni tedirgin ediyordu. Daha doğrusu Kim Vincent başlı başına beni tedirgin ediyor ve korkutuyordu. Ama buna rağmen yakından gördüğüm gözlerinin içinde yanan bir şey vardı sanki. Bu dediğim somut bir şey değildi, ondan ziyade soyut bir şeydi. Bu düşünceme örnek verecek olsam, küçük bir çocuğun çok istediği ama alamadığı bir oyuncağa ya da başka bir şeye bakarken gözlerinde oluşan o duyguya benzer derdim. Öyle bir şeydi işte mavilerin içinde barındırdığı o duygu. Neden böyle düşündüğümü de anlayamamıştım ama tuhaf bir şekilde içimdeki korku yok olmuştu. Hâlâ tedirgindim ama artık ona karşı bir korku yoktu içimde.
"Gözlerini çek Vincent! O gözlerinin baktığı kişilere ne olduğunu biliyorum, bu yüzden o gözlerini Jungkook'tan çek yoksa ben çekmek zorunda kalacağım!" Vincent ile olan garip bakışmamızı Taehyung'un öfkeyle bağırması bozmuştu. Ben gözlerimi ondan kaçırarak burnundan soluyan bedene çevirmiştim. Tae'yi öfkeli gördüğüm anlar elbette ki vardı ama bu sefer ki öfkesi bambaşkaydı. Kendi kardeşine öldürecekmiş gibi bakıyordu.
"Meraklı değildim. Her neyse, nereden başlıyoruz?" Vincent sanki Tae ona hiç bağırmamış gibi sakindi. Bu rahatlığı benim bile sinirimi bozuyorsa Tae'yi düşünemiyorum.
Gözlerim anlık olarak olan biteni sessizce izleyen Yoongi hyung'a dönmüştü ve onun gözlerinde ki korkuyu net bir şekilde görmüştüm. Onu bu denli korkutan şeyin ne olduğunu merak etmiştim ama soramayacağımı bildiğim için gözlerimi tekrardan konuşan kardeşlere çevirmiştim. Sonunda bir karara varmış olacaklar ki Taehyung sakinleşmiş, Vincent ise susmuştu. Taehyung kolunu omzumdan alarak bir iki adım ilerlemiş, kardeşinin burnunun dibine girmişti.
"Bizimle gelmene izin veriyor olmam, onu rahatsız edebileceğin anlamına gelmiyor. Jungkook'un senden korktuğunu ya da rahatsız olduğunu hissettiğim an geri dönersin."
"Öyle olsun kardeşim." Vincent'ın bu cümlesiyle birlikte sözlü bir yemin oluşmuştu aralarında. Bu yemine sadık kalıp kalmamak ise onların arasında.
"Karar verildiğine göre artık aramaya başlayalım. İlk durağımız cadılar." Ve Tae'nin dedikleriyle maceramız başlamıştı. Bu yolun sonunda ne olur hiç bilmem ama umuyorum ki 1 ay dolmadan kralın kayıp varisini buluruz. Eğer aksi yaşanırsa ne olur, işte bunu düşünmek bile istemiyorum.
__________________________________________
Annyeonghaseyo yorobun!Nasılsınız?
Vincent ile kook'un arasını nasıl yapacağım hiç bilmiyorum.
Hadi diyelim onlar oldu, peki Tae ve Vin? Kardeşler arası kanlı bıçaklı kavga yakındır..
Beğendiyseniz oy ve yorum atmayı unutmayın sakın!
Dedik ve bölümün sonuna geldik.
Yeni bölümlerde görüşürüz canlarım~👐🏻
Sağlıcakla kalın, hoşça kalın💜
________~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Snake || TaeKookV
FanfictionYılan iblisin herkesten gizlediği bir ikizi vardır. Yılan iblisin gölgesinde kalan ve yılan iblislerin kanını kirleten melez ikiz, bir insana aşık olarak en büyük yasağı çiğner. Ve ikizini insandan uzak tutmaya çalışan yılan iblis ise kendisinin bil...