Gitme Helena Benim Yanımda Kal

77 12 0
                                    

Melanie, John ile bahçeyi gezmeye devam ediyordu. Bahçenin arka kısmı olduğundan daha büyüktü. Biraz köşede kalmış bir sera gördü Melanie. “Bak John, bir sera. Gidip içine bakalım mı?” 

“Olur bakalım.” Birlikte seraya doğru yürüdüler. 

Melanie, seranın açık olan kapısından içeriye göz gezdirdi. Seranın içinde çalışan insanlar vardı, önlerindeki boş saksılara çeşit çeşit çiçekler ekiyorlardı. Melanie, seraya girmeden önce geldiğinden emin olmak için John’a baktı. İçeriye adım attıklarında çalışanlardan bir onları fark etmişti. “Hoş geldiniz efendim.” Diğer çalışanlarda onları fark etmiş ve saygıyla başlarını öne eğmişlerdi. “İstediğiniz bir şey mi var efendim?” diye sordu aynı çalışan kadın. 

“Hayır sadece bakmak için geldik. Lütfen siz işinize devam edin,” dedi Melanie. 

Çalışanlar tekrar işlerine geri döndüğünde Melanie ve John, seranın içini gezintiye çıktılar. Seranın içi dışarıya göre biraz daha sıcaktı. Renk renk çiçekler etrafta hoş bir görüntü oluşturuyordu. Havada asılı olan mis koku çok rahatlatıcıydı.  Hepsi birbirine karışmış değildi, kokular net bir şekilde ayırt edilebiliyordu. Zambak, menekşe, nergis, karanfil ve daha nice koku vardı ama en belirgin olanı güldü. 

“John, bizde bir saksıya çiçeklerden ekelim mi?” 

“İstiyorsan ekelim tabi.” 

Melanie, yerde duran ekilmeyi bekleyen çiçeklerin yanına yaklaştı. İçlerinden kırmızı gülü seçip aldı. “Bunu ekelim.” John, onu başıyla onaylamıştı. Karısının bu gül sevdası onu gülümsetmişti. “Neden gülüyorsun?” 

“Hiç, sadece gülleri bu kadar çok sevmen beni gülümsetti.” 

“Evet, gülleri çok seviyorum. Sende sev bundan sonra.” 

“Ben kokusunu senden aldığım zaman çok seviyorum,” dedi John, Melanie’nin kulağına fısıldayarak. 

“Görecekler yapma lütfen.” 

“Bir şey yapmıyorum ki.” John, muzip bir gülümseme takınmıştı. Çalışanların bakmadığından emin olup genç kadının dudağına bir öpücük bıraktı. 

Melanie, şaşkınlık ve utançla etrafına baktı. Birinin onları görmediğinden emin olduktan sonra kocasına dönüp koluna hafifçe vurdu. “Ne yapıyorsun,” dedi fısıltıyla. 

“Kraliçemi öpüyorum,” dedi John pişkin pişkin. 

“Ortalık yerde sakın bir daha yapma, bir gören olacak.” 

“Tamam, bundan sonra tenha yerlerde öperim seni.” John'un yüzündeki muzip gülümseme büyümüştü. 

“Kastettiğim bu değildi kocacığım.” 

“Ben nedense öyle anladım.” 

Melanie, gülümsemeden edemedi. “Haydi bir saksı alıp gel de çiçeği dikelim.” 

John, kenarda duran boş saksılardan kırmızı renkte olanı aldı. Önlerinde duran masanın üzerine bıraktı. “Şimdi ne yapmamız gerekiyor sevgili kraliçem?” 

“Saksının içine biraz toprak koymamız gerekiyor.” 

Genç adam, yerde olan toprak çuvalının içinden küçük kürek ile saksıya biraz toprak koydu. Melanie, elinde tuttuğu çiçeği saksının içine yerleştirdikten sonra, “Boşta kalan kısımları toprak ile doldurmamız gerekiyor,” dedi. John, kalan kısımlar içinde biraz daha toprak koymuştu saksıya. 

“Sadece sulamak kaldı,” dedi genç kadın. Kenarda duran sulama ibriğini alıp diktikleri gülün toprağına yeteri kadar su döktü. “Artık hazır.” 

Lanetli PrensesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin