Yağan yağmur gece boyunca devam etmiş, sabaha karşı dinmişti. Toprak uzun süredir açlık duyduğu suya doymuş, hava hasret duyduğu neme kavuşmuştu. Kurumaya yüz tutmuş bitkiler cananmış, ağaçlar suyu en üst dallarına kadar taşımıştı.
Bu güzel olaylar olurken, yaşanan başka güzel şeylerde vardı.
Şövalye aldığı haberi kralına söylemek için heyecanla sarayın içine koştu. Etrafındaki kimseyi umursamadan üst kata çıktı. O kadar çok heyecanlı ve mutluydu ki, kralının odasının kapısını çalmayı unutup içeriye daldı. “Kralım!”
Kral John, yatağında korkuyla doğruldu. Ne olmuştu? Melanie’ye bir şey mi olmuştu? Arthur mu gelmişti? Başka önemli bir durum mu vardı? Kafasının içinde bir sürü soru dolaşıyordu. Bedenini saran endişe artmıştı. Ne olmuştu da şövalyesi içeriye dalmıştı?
Kralının tedirgin olduğunu gören şövalye yaptığı hatanın farkına vardı. Az önce yaşadığı mutluluk ve heyecan yerini duyduğu utanca bıraktı. “Beni bağışlayın kralım. Hadsizlik ettim. Kapınızı tıklatmalıydım.” Genç şövalye, başını bir suçlu gibi öne eğdi.
“Önemli bir şey mi oldu?”
Şövalye başını kaldırdı. İçini saran mutluluk yüzünü de esir aldı. “Evet kralım, çok önemli bir şey oldu. Ekilen mahsuller diz boyu olmuş. Eski yıllara göre çok daha iyi durumdalar.”
John, duydukları karşısında biraz şaşırdı. “Daha dün ekili alanlarda tek bir yeşillik görünmüyordu. Dediklerinin hepsi bir gecede mi oldu?”
“Evet kralım öyleydi ama şuan arazilerdeki ekili alanların hepsi bu şekilde.”
Bu olabilir miydi? Bir gecede tohumların çıkıp, boy atması mümkün olabilir miydi? Bu imkansızdı. “Bana generali çağır.”
“Emredersiniz kralım.”
Şövalye odadan çıktığında John, yatağından kalktı. Yatağının kenarında duran sabahlığını üzerine geçirdi ve pencereye doğru yaklaştı. Beklemediği bir manzara ile karşılaşmıştı. Daha düne kadar kahverengi toprağı görünen bozkır şimdi yemyeşildi. Bir gece de bunun olması bir mucizeydi.
Kapısının tıklatılmasıyla birlikte John, bakışlarını pencereden ayırdı ve ‘Gel,’ emrini verdi. İçeriye giren general saygıyla eğildi ve kralının söyleyeceklerini bekledi.
“Duyduklarım doğru mu? Mahsuller bir gecede boy mu verdi?”
“Evet kralım. Birçok köyden haber geldi. Hepsi aynı şeyi söylüyor. İsterseniz gidip bizzat görebilirim.”
“İyi olur, kahvaltıdan sonra gidip bakalım.”
“Emredersiniz kralım. Benden istediğiniz başka bir şey var mı?”
“Hayır yok.”
General odadan çıktığında John, tekrardan bakışlarını camdan dışarıya çevirdi. Sanırım gerçekten söylenenler doğruydu. Tüm bunlar Melanie uyandığı için olabilir miydi? O uyurken her şey çok kötüye gitmişti. Şimdiyse uyanmıştı ve hayat olması gerek gibi ilerliyordu. Hızlı bir şekilde ilerlese de…
Doğa tekrar vermeye devam ediyordu, tıpkı bir yıl öncesinde olduğu gibi. Bu durum kesinlikle Melanie’nin uyanmasıyla ilişkiliydi.
Kral John, bunları düşünürken birden sevdiği kadına özlem duydu. Dün gece görmüş olmasına rağmen onu delicesine özlüyordu. Onunla evleneceği günü düşündü. Az bir süre kalmıştı ama onun için zaman geçmiyordu sanki. Daha fazla dayanamadı, onu görmek istiyordu. Pencerenin başından ayrıldı ve gardırobunu açıp giyeceği kıyafeti çıkardı. Hızlıca üzerini değiştirdi, tacını başına taktıktan sonra kendine son bir kez baktı. Gördüğü görüntüsünden memnun olmuş bir yüz ifadesiyle odasından çıktı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanetli Prenses
FantasiPrenses Melanie düşman krallığın adamları tarafından üzerine dökülen büyülü sıvı yüzünden derin bir uykuya dalmış ve uyuduğu her gün için ölüme bir adım yaklaşmıştı. Uyanmak zorundaydı. Eğer uyanmaz ve bir gün ölürse dünya üzerindeki tüm canlılarda...