Melanie, gözlerini yavaşça araladı. Ayılması birkaç saniyesini aldı. Yatak boştu, John çoktan uyanmıştı. Yerinde doğruldu ve etrafına bakındı, sanırım yalnızdı. Geç uyandığı için kocasının yanında olmadığını düşündü. Yatağından kalktı, üzerine sabahlığını giydi ve odanın penceresine doğru yürüdü. John bahçedeydi, general ile konuşuyordu.
Camın başından ayrıldığında kendini banyoya attı. Yıkanıp hazırlanmak istiyordu.
Banyodan çıktığında odasında, yardımcıları çarşafları değiştirirken buldu.“Günaydın efendim.”
“Günaydın.”
Çarşafları değiştiren yardımcılar çıkmadan önce sordu. “Bizden istediğiniz bir şey var mı?”
“Biriniz giyinmeme yardım etmek için kalın.”
Kalan yardımcılardan biri önce kraliçesinin saçlarını kuruladı. Onun istediği gibi saçlarına şekil verdi. Şık kırmızı elbisesini giymesine yardım etti.
“Artık çıkabilirsin.”Melanie, boy aynasının karşısına geçip kendine baktı, gördüğü görüntüsünden hoşnut olmuştu. Tacını başına takıp odasından çıktı. Alt kata indiğinde etrafta kimseyi göremedi. John’u gördüğü yere bakmak için arka bahçeye çıkmaya karar verdi.
Kocası oradaydı. Bahçede olan beyaz masanın etrafındaki sandalyeye oturmuş elinde tuttuğu deftere bakıyordu. Melanie, ona doğru yürümeye başladı. Kocası onu hemen fark etmişti. Elindeki kitabı masaya bırakıp ayağa kalktı. Yüzünü kocaman bir gülümseme kaplamıştı. Biraz eğilip yanağına bir öpücük kondurdu.
“Günaydın kraliçem.”“Günaydın.”
“Nasılsın?”
“İyiyim merak etme.” Melanie, kendini gayet iyi hissediyordu. Ağrısı ya da canını yakan başka bir sorunu yoktu. Sevgili kocası onu dün gece çok yormamıştı. Ruhen de kendini çok iyi hissediyordu. Enerjisi yerindeydi, mutluydu. “Uyandığımda seni yanımda görmek isterdim.”
John, ona yaklaştı ve bu seferki öpücüğünü dudaklarına bıraktı. “Senden çok önce uyandım. Rahat rahat uyuman için odadan çıktım. Söz yarın uyandığında beni yanında göreceksin.”
“Bunu duyduğuma sevindim. Kahvaltı ettin mi?”
“Hayır, birlikte edelim diye bekledim. Sen otur, ben söyleyeyim hemen hazırlasınlar.”
Melanie, oturduktan bir süre sonra John gelip eski yerine oturdu. Önündeki defterini masanın kenarına bıraktı.
“O nedir?”“İşlerle ilgili tuttuğum bilgiler yazılı içinde.”
“İstiyorsan devam edebilirsin.”
“Sonra devam ederim. Senden daha önemli değil.” John, kraliçesinin elini tutup avucunun içine aldı. “Fikrini almak istediğim bir konu var.”
“Nedir?”
Eliyle bahçenin sol tarafında kalan kazılı alanı gösterdi. “Oraya çiçek ekilecek. İstediğin bir şey var mı?”
Melanie, en sevdiği çiçeği söyledi. “Gül. Özellikle de kırmızı gül. Ben çok severim.”
“Peki o zaman. Gül ekilsin, özellikle de kırmızı gül.” Melanie, bir anda durgunlaştı. “Ne oldu?”
Buruk bir gülümsemeyle cevap verdi.
“Annem gülleri çok severdi. Bugün onları ziyarete gitsek olur mu?”
“Olur tabi. Kahvaltıdan sonra gideriz.” Bahçeye hazırlandı kahvaltıları. Birlikte güzel bir kahvaltı ettiler.
Kahvaltıdan sonra birlikte yola çıktılar. Rahatsız geçen yolculuğun sonunda gidecekleri yere vardılar. Büyük, boş bir alanın etrafı alçak bir duvar ile çevrilmişti. Kapalı olan metal kapısı şövalyeler tarafından açıldı, içeriye girdiler.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanetli Prenses
FantasyPrenses Melanie düşman krallığın adamları tarafından üzerine dökülen büyülü sıvı yüzünden derin bir uykuya dalmış ve uyuduğu her gün için ölüme bir adım yaklaşmıştı. Uyanmak zorundaydı. Eğer uyanmaz ve bir gün ölürse dünya üzerindeki tüm canlılarda...