Melanie, yatağında daha fazla duramayarak ayağa kalktı. Üzerine sabahlığını giydi ve kapısını açıp etrafa bakındı. Boylu boyunca uzanan koridorda kimseler yoktu. Odasından çıkıp kapısını kapattı ve uzun koridorda yürümeye başladı. Birbiri ardına sıralanan kapıların hepsi kapalıydı. İçeride neler vardı acaba? Hepsini açıp gezmeyi istedi ama bunu yapamazdı. Sonuçta burada yabancıydı.
Biraz ilerisinde kalan camın önüne varıp dışarıyı seyretmeye başladı. Gökyüzündeki bulutlar ay ışığının dünyaya gelmesine engel oluyorlardı. Tek bir yıldız bile görünmüyordu. Karanlık dünyaya hâkim olmuş bu korkunç geceyi saklamak istiyordu adeta.
Melanie, anne ve babasını düşündü. Acaba iyiler miydi? Savaşı kazanabilmişler miydi? Belki kazanmışlardı ve yarın kızlarını buradan almaya gelirlerdi. Eski ve mutlu günlerine devam ederlerdi.
Birden içini bir korku kapladı. Ya kazanamadılarsa ya onlar artık öldülerse, o zaman ne yapacaktı? Anne ve babasına daha doyamamışken onları kaybetmek istemiyordu. Keşke şimdi yanlarında olsaydı, ikisine sıkı sıkı sarılıp kokularını içine çekseydi. Onlarla kalmayı çok isterdi, son nefesini bile veriyor olsa bunu kendi topraklarında, anne ve babasının yanında olmasını isterdi. Bu lanetli dilek olmasaydı, yaşamak zorunda olmasaydı bunu seve seve yapardı.
Korktuğu başka durumlarda vardı Melanie'nin. Düşman krallık Melanie'nin burada olduğunu öğrenir ve buraya da gelirse diye endişe duyuyordu. Buradaki insanlara onun yüzünden zarar gelmesini istemiyordu. O zaman gerçekten lanetli bir prenses olacaktı, ayak bastığı yeri yok eden Lanetli Prenses.
Prens John, uykusundan uyanıp yatağından doğruldu. Henüz sabah olmamıştı. Yatağının yanında bulunan küçük masanın üzerinde su bulunan sürahiyi eline aldı. Susuzluğunu gidermek istedi ancak sürahinin boş olduğunu fark etti. Sürahi elinde yatağından kalkıp odasından çıktı. Etrafa bakındı ama koridor bomboştu. Her gece yardımcısı kapısının önünde bekliyor olurdu ama bu gece yoktu. Seslenmeyi düşündü ama gecenin bu saatinde anne ve babasını uyandırmak istemiyordu. Gidip kendisi almaktan başka bir seçeneği kalmamıştı. Odasının kapısını kapatıp koridor boyunca yürüdü.
Camın kenarında duran bir kadını fark ettiğinde durakladı. Kimdi bu kadın? Orada ne yapıyordu? Yardımcılardan biri miydi?
Biraz ona doğru yürüdü. Baştan aşağıya onu süzdü. Siyah saçları belinin biraz yukarısında kalıyordu. Üzerindeki kıyafetini inceledi, parlak ve kaliteli bir kumaştan dikilmişti. Yardımcı olmasına imkân yoktu.
Kadının bir anda arkasına dönmesiyle prensin yeşil gözleri bir çift mavi göze takılı kaldı. Dikkatle onu baştan aşağıya süzdü. Prens, daha önce onu hiç görmemişti. Eğer görmüş olsaydı böylesine güzel bir yüzü asla unutmazdı.
"Kimsin sen?" diye sordu Prens John.
"Ben Henontis Krallığının Prensesi Melanie."
John, prenses hakkında çok şey duymuştu. Birçok insan lanetli olduğunu söylemişti. O an ona bakan bir çift mavi göz ona laneti unutturmuştu. Aklında dolaşan sadece prensesin güzelliğiydi.
John, saygısını göstermek için başını biraz eğdi. "Tanıştığıma memnun oldum Prenses Melanie. Bende Prens John." Aynı saygıyı göstermek isteyerek Melanie de biraz eğildi.
"Buraya yolun mu düştü?" Melanie, gelen soru üzerine gözlerini kaçırdı. Nasıl anlatılırdı ki bu durum?
"Krallığımda savaş var. Babam beni korumak için buraya gönderdi."
"Neden savaş var?"
"Beni öldürmek istiyorlar," dedi Melanie alçak sesle.
"Neden?" John bir adım Melanie'ye yaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanetli Prenses
ФэнтезиPrenses Melanie düşman krallığın adamları tarafından üzerine dökülen büyülü sıvı yüzünden derin bir uykuya dalmış ve uyuduğu her gün için ölüme bir adım yaklaşmıştı. Uyanmak zorundaydı. Eğer uyanmaz ve bir gün ölürse dünya üzerindeki tüm canlılarda...