Savaşın üzerinden günler, haftalar geçmişti. Yağmurlar yağmış, soğuk kendini iyice ortaya çıkarmıştı. İnsanlar artık eskisi gibi dışarıda gezmiyorlardı, gerek duyulmadıkça dışarıya çıkan olmuyordu. Herkesin istediği tek bir şey vardı, karın yağması ve bu soğukların biraz olsun azalmasıydı.
İşte o gün, aralık ayının ilk cumartesi sabahı karın ilk taneleri yeryüzüne düşmeye başladı. Bir pamuk misali, dans ederek düşen bu güzel nimet kıtada büyük bir mutluluk getirdi. Kısa sürede etrafa beyaz bir örtü oluşturmuştu.
O gün öğleden sonra Melanie ve John, kasabaya gitmek için evden çıktılar. Kasabaya gitmelerinin nedeni atları için biraz saman almaktı. Onları gittikleri her yere götüren dostları için doğada yiyebileceği bir şey kalmamıştı artık.
Gitmek zorunda olmasalar John'un evden çıkmaya hiç niyeti yoktu. Kulübede kalıp sıcak ateşin karşısında oturmak istiyordu. Melanie, ise tam tersi bir duygu içerisindeydi. Kar yağdığı için ayrı bir mutluydu. Kasabaya gitmek içinde istekliydi.
Melanie yere eğildi, dokunduğu anda ellerini donduran kardan biraz aldı. Ellerinin arasında yuvarladığı karı tüm gücüyle at arabasına doğru yürüyen John'a fırlattı. John'un sırtında dağılan kartopu genç kadını kıkırdatmıştı.
"Yapma Melanie." Melanie, gelen uyarıyı dikkate almayarak aynı şeyi tekrarladı. "Melanie lütfen." Genç kadın, tekrarlanan uyarıyı umuruna takmadı ve tekrar attı.
John, uyarısını dikkate almayan bu kadına haddini bildirmek istedi. Yere eğilip eline aldığı karları büyük bir top haline getirdi. Arkasını döndüğünde kaçmaya çalışan genç kadına hızla fırlattı. Genç kadın gelen darbenin etkisiyle yere düştü.
John, endişeyle genç kadının yanına koşup onu yerden kaldırdı. "İyi misin?"
Melanie, neşeyle kahkaha atmaya başladı. "Dengemi kaybettim."
Havada uçuşan kahkahalar John'a da bulaşmış onu da güldürmüştü. "Düşeceğini tahmin edemedim. Affedersin."
"Çok eğlenceliydi." Melanie'nin devam eden kahkahaları yüzünden John, bakışlarını ondan alamıyordu. İnci gibi dişleri, mutluluktan yaşaran mavi gözleri, soğuktan kızaran yanakları, her şeyiyle çok çekiciydi.
Melanie gülmeyi bıraktığında üzerine yapışan karları silkti. "Artık gidelim." Birlikte at arabasının önüne bindiklerinde kasabaya gitmek için yola koyuldular.
Kasabaya vardıklarında hemen girişin yakınında olan dükkâna girdiler. Hayvanlar için saman ve yem satılan bu yer etraftaki dükkanlara göre çok büyüktü.
"Hoş geldiniz." Dükkânın sahibi yeni gelen misafirlerini güler yüzle karşıladı. "Size nasıl yardımcı olabilirim?"
"Hoş bulduk. Atımız için biraz saman ve arpa almak istiyoruz," diyerek cevap verdi John.
"Tabi ki. Bunları ne ile taşıyacaksınız?"
"At arabasıyla."
"Bunları taşıyacak bir elemanımız var. Siz götürülmesi gereken yeri gösterin yeter."
Alınacakların ödemesi yapıldıktan sonra iri yarı bir eleman alınanları at arabasına kadar taşıdı. John, elemana dükkân sahibi görmeden biraz bahşiş uzattı. Mutlulukla John'a bakan adam, "Teşekkür ederim efendim," diyerek minnettarlığını bildirdi.
Melanie ve John kasabada biraz dolaşmaya karar verdiler. Kasabanın sokakları akşam üzerine doğru süslenmiş etrafta tatlı bir koşuşturma başlamıştı. Sanki kutlama yapılacak bir hava vardı. Bazı dükkanlar normal saatlerinden erken kapanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanetli Prenses
FantastikPrenses Melanie düşman krallığın adamları tarafından üzerine dökülen büyülü sıvı yüzünden derin bir uykuya dalmış ve uyuduğu her gün için ölüme bir adım yaklaşmıştı. Uyanmak zorundaydı. Eğer uyanmaz ve bir gün ölürse dünya üzerindeki tüm canlılarda...