Kırmızı Toz

207 20 10
                                    

O gece Melanie, yatağında düşünmekten uyuyamamıştı. Sürekli sağa-sola dönüyor ama bir türlü uyuyamıyordu. Sonunda yatağından kalkıp camın yanında duran sandalyenin üzerine oturdu. Sandalye çok rahat değildi ama üzerindeki minder sayesinde onu fazla rahatsız etmiyordu.

Eski odasındaki cam çok büyüktü Melanie'nin. Yatağında yattığı zaman gökyüzünü görebiliyordu. Ama bu odadaki cam o kadar büyük değildi. Yıldızları görmek için yakınına gelmek zorundaydı. Kendisini özgür hissettirmiyordu. Eski hayatını özledi Melanie, hem de çok özledi.

Camdan dışarıyı seyretmekte ona iyi hissettirmemişti. Üzerine kalın bir hırka giydi ve odasından çıktı. Sessiz adımlarla merdivenlerden aşağıya indi ve evin kapısını açıp evden çıktı.

O gece tek uyumayan Melanie değildi, John da uyuyamamıştı. Melanie, John'u bahçenin biraz kenarında bir taşın üzerinde otururken buldu. Yavaş adımlarla yürüyüp ona yaklaştı.

John, oturduğu taşın üzerinde gözlerini bir noktaya sabitlemiş düşünceler içerisindeydi. Anne ve babasının ölümü için çok üzgün aynı zamanda onların katillerine nefret duyuyordu. Bu durumun tek suçlusu Arthur'du. O ölmeden rahat bir hayat yaşayamayacağını biliyordu. Melanie'nin geldiğini fark ettiğinde "Uyku tutmadı mı?" diye sordu.

"Hayır, uyuyamadım."

"Hâlâ kendini suçlamıyorsun umarım."

"Hayır." Melanie, artık bu durumdan dolayı kendisini suçlamıyordu. Sonuçta bu olanlar onun istediği için olmamıştı. Diğer herkes gibi o da bu oyunun bir kurbanıydı, suçlu gibi görünen bir kurban. Şu an tek istediği şey Arthur'un ölmesiydi. Onu kendi elleriyle öldürmek istiyordu. Önünde diz çökmesini ve ona canını bağışlaması için yalvarmasını istiyordu. Bunun için iyi bir fikre ihtiyacı vardı ama aklına bir şey gelmiyordu.

Bu gibi durumlarda dolaşmayı çok severdi. Yeni fikirler, çözüm yolları bulmak için hep bunu yapardı. "Dolaşmaya çıkmak istiyorum."

"Bu saatte mi?"

"Evet."

"Sabah olmasına az kaldı, biraz bekle istersen."

"Hayır beklemek istemiyorum. Üzerimi değiştirip gideceği."

John, Melanie'yi ikna edemeyeceğini anlamıştı. Onun yalnız gitmesine izin veremezdi. "Bende seninle gelebilir miyim?"

"Tabi."

Bir süre sonra ikisi de günlük kıyafetlerini giymiş bir şekilde evden çıktı. Hava soğuktu bu yüzden üzerlerine hırkalarını almayı ihmal etmediler. İkisi birlikte ormanın içine giden yolda yürümeye başladılar. Gün yavaş yavaş ağarıyordu. Etraf o kadar karanlık değildi, çevresindeki her şeyi görebiliyorlardı.

Melanie, içine çektiği temiz hava ile rahatlamıştı. Artık sakin sakin düşünmek istiyordu. Tekrar olacak olan bir savaş vardı. Bunun için ne yapabilirdi? Nasıl bir savunma yapabilirlerdi?

Bu sorulara cevap bulamıyordu çünkü Nopuntis Krallığı hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ordusu hakkında bilgisi yoktu, sarayın konumu da çok önemliydi.

"John, ordunuz kaç kişilik?"

"Savaştan sonra ne kadar kaldı bilmiyorum."

"Peki savaş için iyi bir eğitim aldılar mı? Onlara bu konuda güveniyor musun?"

"Elbette, bende onlarla aynı eğitimi aldım."

"Peki sarayınızın konumunu yüksek bir yerden görmem mümkün mü?"

"Evet, ilerde bir tepe var. Oraya çıkabiliriz anca bu yorucu olur."

"At arabasıyla gidelim."

"Olur." Tekrar eve geri döndüklerinde at arabasıyla birlikte tepeye gitmek için yola çıktılar.

Lanetli PrensesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin