Sabah saatlerinde kahvaltı edildikten sonra John, yine misafirleriyle birlikte toplantı odasına geçmişti. Çok geçmeden şövalyelerin biri haber getirdi. “Kralım, ufukta bize doğru gelen bir sürü var. Ne olduğunu anlayamadık.” Sonunda beklenilen şey bugün olmuştu. Artık daha önce görmedikleri bir yaratık sürüsü tarafından saldırı altındaydılar.
Çalmaya başlayan savaş çanları tüm sarayı harekete geçirmişti. Yükselen dumanlar ülkeye bu durumun haberini veriyordu.
Ordu ve krallar hazırlığa devam ederken. John, gitmeden önce sevgili kraliçesinin yanına uğradı. Odaya girdiğinde onu telaş için bir o yana bir bu yana gezinirken buldu. “John, geldiler mi?”
“Evet.” Genç adam sevdiği kadını tutup kendine çekti ve onu dudaklarından öptü. “Eğer işler istediğimiz gibi gitmezse annen ile birlikte buradan gidin.”
“Hayır, bunu konuşmuştuk. Ne olacaksa birlikte olacak dedik. Gitmeyeceğim, ben ölmesem bile bu yaratıklar dünyanın sonunu getirir.”
John, sevdiği kadını tekrar öptü. “Burada kal olur mu? Kendini de bebeğimizi de üzme.” Melanie, tamam anlamında başını salladı. “Seni çok seviyorum, bunu sakın unutma.”
“Benimle böyle vedalaşır gibi konuşma.”
“Hadi beni sevdiğini söyle de bende gideyim.”
“Seni seviyorum.” John, ona sıkıca sarıldı ve tekrar öptü.
Odadan çıktığında alt kata inip onu bekleyen Lucas’ın yanına yaklaştı. “Eğer işler kötü giderse Melanie’yi buradan götür. Buna rızası olmayacak ama sana emrediyorum. Onu buradan götür.”
“Emredersiniz kralım.” John, içi rahat bir şekilde saraydan ayrıldı. Duvarın üzerine çıktığında bütün herkes plana uygun olarak yerini almıştı.
Ortam sessiz ve bir o kadar gergindi. Düşmanlarının gelişini ve nasıl bir şey olduğunu görmeyi bekliyorlardı.
Geliyorlardı. Büyük cüsseli yeşil renkteki bu yaratıklar, büyük bir ağza ve yüze yakın keskin dişe sahipti. Dört ayağının üzerinde hızla koşuyorlardı.
Kral John, bir süre bekledikten sonra emir verdi. “Ateş toplarını gönderin.”
Emri üzerine mancınıklardan ateş topları fırlatıldı. Birçok bölgeye düşüp yangın yerine çevirdi. Bir kısmının ölmesini sağlamıştı ancak hâlâ daha ateşin içinden geçip gelenler vardı.
“Ok atışı başlasın.” Yeni gelen emir ile ok atışı başladı. Kalın derilerine saplanan ok onlara etki etmiyordu. “Gözlerine nişan alın.”
Evet, gözlerine nişan almak onları yere yığmıştı. Ancak sayıları halen daha çok fazlaydı. Yapılanlar onları durdurmuyordu. Gelmeye devam ediyorlardı. “Kralım oraya bakın. Kraliçeleri olmalı,” dedi general.
John, orta yerde etrafı diğerlerinden farklı olan yaratıklarla çevirili olan kraliçelerini gördü.
“Belki onu öldürmeyi başarırsak diğerleri de ölür,” diyerek fikrini belirtti Archer.
“Kraliçeyi hedef alın.”
Gelen emir üzerine uzun mesafe ok atışı başlamış ve buna ateşli toplar eşlik etmişti. Ancak bunun pek bir etkisi olmamıştı. Yanındaki yaratıkların kafalarında geniş bir yelpazeye benzen çıkıntıları sayesine atılan oklarda toplarda kraliçeye ulaşmıyordu. Saldırıya devam ettiler hem kraliçeye hem de diğer yaratıklara.
Ancak yaratıkların durmaya niyeti yoktu. Kısa sürede duvara ulaşmışlardı. Birbirlerinin üzerine çıkarak duvarın yukarısına tırmanmaya başladılar. “Yakın dövüş için hazırlanın.” Kraldan gelen emir ile ellerinde balta güçlü ve kesin bir balta, dayanıklı bir kalkan kuşanan askerler ön plana çıktı. Bellerindeki kemere tutturulmuş zincir ile duvara bağlıydılar. Kendilerini duvardan biraz aşağıya sarkıtıp yaklaşan düşmanlarına, elindeki keskin baltayı sallamaya başladılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanetli Prenses
FanteziePrenses Melanie düşman krallığın adamları tarafından üzerine dökülen büyülü sıvı yüzünden derin bir uykuya dalmış ve uyuduğu her gün için ölüme bir adım yaklaşmıştı. Uyanmak zorundaydı. Eğer uyanmaz ve bir gün ölürse dünya üzerindeki tüm canlılarda...