Kral John, büyük salonda camdan dışarıyı izliyordu. Boyunca uzanan geniş cam büyük bir alanı gözler önüne sermekteydi. Etrafı seyretti, insanlar her zamanki tatlı koşuşturması içindeydi. Yapılması gereken rutin işlerini hallediyorlardı.
Bugün hava diğer günlerin aksine bulutluydu. Sabah saatlerinde bile kavurucu olan güneş, bugün yoktu, serindi. Acaba bugün yağmur yağar mıydı?
Salonun kapısının açılmasıyla içeriye Melanie girdi. Üzerindeki toz pembe elbisesi, özenle arkada toplanmış saçları ile yine çok güzel görünüyordu.
John, sevdiği kadının yanına vardı. Onu elinden tutup etrafında döndürdü. Tuttuğu elinin üzerine bir öpücük bıraktı. “Çok güzel görünüyorsun.”
“Teşekkür ederim.”
Genç Kral, Melanie’yi kahvaltı için sandalyeye oturttu. Kendisi de yerine oturdu ve yardımcılar servise başladı.
Birkaç gün öncesine kadar bu anın hayalini kuran Kral, şu anda bunun mutluluğunu yaşıyordu. Onun için yıllar sonra güzel bir kahvaltı olmuştu, keyifli ve huzurlu.
Kahvaltıdan sonra ikili inşa edilen duvarın üzerine çıktılar. Melanie, üzerinde durduğu bu heybetli duvarın mimarisini çok beğenmişti. Savunma için çok iyiydi.
“Nasıl?”
“Düşündüğümden çok daha iyi. Yeterince yüksek, sağlam, bir orduyu üzerinde rahat bir şekilde taşır.” Melanie, duvarın diğer tarafına doğru yürüdü, aşağıya baktı. “Bu mancınıklar harika.” Bakışları Kral John’u buldu. “Düşmanlarımızın şansı yok.”
Kral, rahat bir tavırla gülümsedi. “İnan bana Melanie, buraya geldiği gün onun ölüm günü olacak.”
Bunu duymak Melanie’yi rahatlatmıştı. Sevdiği insanların ölümüne sebep olan bu caninin ölmesini istiyordu. İçinde ona karşı büyük bir nefret vardı. Bir yıllık uykusunun sebebi de o adamdı.
Kral John, sevdiği kadını izlerken burnuna düşen bir damla ile irkildi. İlk başta ne olduğunu anlayamadı. Tekrar aynı şeyi hissetti, birçok defa… Gökyüzüne baktı. Sonunda beklenen olmuştu. Çiselemeye başlayan yağmur sonunda damlalarını yeryüzüne bırakmıştı. Hızlanan yağmur her düşüşünde, etrafı kaplayan toprak kokusu huzur vericiydi.
Çakan şimşeğin, çıkan gürültülü sesinden korkan Melanie, kralın kolunu sıkıca tutu. Ona gülümseyerek bakan genç adam onu belinden tutup kendine çekti. “Korkmana gerek yok. Yılın ilk yağmuru yağıyor.”
“Yılın ilk yağmuru mu?”
“Evet canım. Sen uyandın ve her şey normale dönmeye başladı.”
Melanie, başını yukarıya kaldırdı. Yüzüne düşen her bir damla süzülerek yere düştü.
Kral, eliyle genç kadının yüzündeki yağmur damlarını sildi. Yüzünü göğsüne bastırdı, onu yağmurdan korumak istercesine. Yağmur şiddetini git gide arttırıyordu. Esen soğuk rüzgâr daha fazlasının geleceğini haber veriyordu sanki. “Haydi saraya geri dönelim. Yoksa üşütüp hasta olacaksın.”
Başını sallayarak onayladı Melanie. Kralın kolları arasında saraya döndü. Büyük salona geçtiklerinden kısa süre sonra yağmur şiddetini daha çok arttırdı. Art arda çakan şimşeklerden sonra yerini gök gürültüsü alıyordu. Melanie, yağan yağmuru daha iyi görmek için cama yaklaştı. Hayatında ilk defa bu kadar şiddetle yağan bir yağmur görüyordu.
Kısa sürede yağan yağmur tüm kıtayı kapladı. Şiddetinden dolayı insanlar dışarıya çıkmamıştı. Kıtada yaşayan insanlar bu duruma hem şaşırmış hem de mutlu olmuşlardı. Uzun zamandır bekledikleri yağmur sonunda gelmişti. Bazıları bu durumun nedenini biliyordu. Lanetli Prenses uyandığı için her şey yoluna girmeye başlamıştı. Ama bazıları bu duruma halen sevinmiyordu. İşte bunlardan biri Arthur’du.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lanetli Prenses
FantasíaPrenses Melanie düşman krallığın adamları tarafından üzerine dökülen büyülü sıvı yüzünden derin bir uykuya dalmış ve uyuduğu her gün için ölüme bir adım yaklaşmıştı. Uyanmak zorundaydı. Eğer uyanmaz ve bir gün ölürse dünya üzerindeki tüm canlılarda...