Not: Uzun bir bölüm oldu, keyifli okumalar...
*
Dilan'dan
Ellerim titreye titreye kapıyı açtığımda karşımızda sadece karanlık vardı. Zifiri karanlık. Hiçlik.
Nereye bakacağımı bilemeyerek Bora'ya baktım, o da telefon flaşıyla odanın içini görmeye çalışıyordu fakat nafile. Telefon flaşı yetmiyordu çünkü zaten hava karamaya başlamıştı. İçine girmemiz lazımdı fakat bu kadar karanlık ve dibi görünmeyen bir odaya kimse balıklama atlamazdı. İçine girmeyi planlarken bir bacağımı kapının içine soktum. Eğilimli kapı olduğu için ayağımı sarkıtmama neden oldu. Fakat o an kıpırdamama izin vermeyen bir kol hissettim kolumda. Beni tutan kola baktım. Soğuk, çamurlu ve büyük ellerin sahibi tabi ki Boraydı. Ona 'neden' dercesine bakışlarımı yönelttim.
"El feneri lazım, böyle inemezsin" dedi. O kadar nefes nefese , yorulmuş ve terler içinde kalmış haldeyken beni düşünmesi, aslında düşündüğüm kadar gaddar biri olmadığını düşündürttü bana. Belki de iyi biridir... Belki.
"Ben getiririm arabada var" Dedi Okan ve Bora kafasıyla onay verince koşarak gitti. Yorgunluktan soluklanırken boşluğa bakmaya devam ettim. Hava soğuktu ve her an yağmur yağabilirdi. Bu aralar çok sık yağmur yağıyordu zaten. İzmir'de bile hava böyleydi; sanırım gittiğim her yere soğuğumu, kışımı, içimdeki tüm yağmurları getiriyordum. İçim fazlasıyla soğuktu, karlarım aylardır erimiyordu. Mart ayında üstümdeki erimesini beklediğim kar ve açmak isteyen ama bir türlü açamayan çiçeklerimle can çekişiyordum sanki. Karın erimesi lazımdı çiçeklerim için.
Boşluğa dalmış bakarken Bora, bacağımı o boşluktan alıp oturduğum yere koymuştu. Bacağımı bile düşünmesi beni güldürmeden edemedi. Biraz kıkırdadım ve tam o an yağmur yağmaya başladı, Bora bana şaşkınca baktı.
"Niye güldün ki şimdi?" saçları ve yüzü ıslanmaya başladı, bu haliyle çok tatlı görünüyordu.
"Bacağımı ejderhalar kapmayacak rahat ol" dememle yüzü gevşedi ve o da güldü. Sırtını arkadaki toprak yığınına yasladı ben de gülerek onu izledim. Her yeri ıslanmaya başlamıştı bile. O bana ben ona bakarak saniyeler geçti. Bakışları ilk omuzlarıma sonra üstüme gelince kıpırdandım olduğum yerde. Fakat o bu sefer kalçama doğru bakmaya başlayınca tam bir şey diyecektim ki Okan aniden yanımıza geldi.
"İki tane minik fener var alın"
"Sağ ol kardeşim" dedi ve fenerin birini alıp içeriye tuttu diğerini de ben aldım. Okan ve Pelin arkamızdalardı. Tedirgince içeriye baktık ve önümüzde içi dağınık normal eşyalı bir oda vardı. Hemen altımızda ise ipten bir merdiven vardı. Hiç düşünmeden merdivene atladım ve aşağı inmeye başladım. Arkamdan Bora da inmeye başlayınca yere ayaklarımı basmıştım. Fenerimi karşıya tuttum ve odayı inceledim. Etraf o kadar tozluydu ki öksürük tutmuştu aniden. Kolumla ağzımı tutarak ve hapşırarak ilerlemeye çalıştım. Garip eşyalarla, kitaplarla, masalarla dolu bir yerdi. Kim neden böyle bir yeri kullansın anlayamamıştım gerçekten. Bir kez daha hapşırınca Bora eliyle ağzımı ve burnumu aniden kapattı, ona tip tip bakarken o ise feneri gözüme sokarak kafamı çevirmeme neden oldu. Öküz.
Elini ağzımdan ayırmayarak kulağıma doğru konuştu. "Hapşırmaya öksürmeye devam edersen seni buradan çıkarırım sanatçı" Ona göz devirdikten sonra o haldeyken etrafı gezmeye devam ettik. Eşyalar eski ve bir şeyi ifade etmiyordu pek. Sağa Bora sola ben bakıyordum ama elini ağzımdan ayırmıyordu. Kitaplık rafını incelerken güzel kitapların olduğunu fark ettim. Birini alacakken Bora benden önce davrandı ve kitabı aldı. Tam arkamda durması biraz garip hissettirdi açıkçası...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Heykeltıraş
Teen Fiction☆ Heykeltıraş olan Dilan, annesinin öldüğünü sanıyorken bir gün onun yaşadığını öğrenir ve onu kurtarmak için kendisinden yardım isteyen zengin bir adamın teklifini kabul ederken ona bu süreçte eşlik edecek olan Bora'ya hisler beslemeye başlar. ☆
