Erwin, odaya girdiği anda yüzüne çarpan soğuk hava nedeniyle irkildi. Burnuna dolan kötü koku biraz olsun hafiflerken telefonunu yukarı kaldırdı, bu sayede daha büyük bir alan aydınlandı. Uzun koridorun aksine burada hiç ceset ya da herhangi bir kalıntı yoktu ancak odanın ortasında bir mezar vardı. Alexis çoktan mezarın yanına gitmiş inceliyordu. Erwin'de vakit kaybetmeden yanına geldi.
"O ne?" Sanki bilmiyormuş gibi sordu.
"Mezar taşına benziyor." Alexis'in sesi alay eder gibi çıkmıştı. (kişiliği her geçen gün değişiyor.)
Erwin buna aldırmadı ve sordu. "Kimin?"
"James Moriarty." Erwin duraksadı ve şaşkınlıktan dudakları aralandı. Yıllar önce ölmüş ve yaşarken oldukça ciddi suçlar işlemiş birinin bedeninin burada olma ihtimali var mı? Hem de yaşadığı yer ve suçlarını işlediği yerden, İngiltere'den, bu kadar uzakta olan Japonya'da... Düşündüklerini dışarıya yansıtmadan mezar taşının yanına çömeldi.
"Neden burada?" Aslında artık bunu kendisi de tahmin edebiliyordu. Hayranları tarafından buraya getirilmiş. Özellikle bu kasabanın seçilmesinin bir nedeni olmalı. Cinayet suçunu Alexis işlemedi ancak olayların onunla bir bağlantısı olduğu kesin. Her şeyin başlangıcı toplu intihar- hayır cinayet! Nereden geldiğini bilmediği öfke ve coşku tüm bedenini taşana kadar doldurdu. "Yani bütün her şeyin sorumlusu Moriarty'nin takipçileri."
"Bunu yapan zihniyete sahip olanların psikopat olduğuna hemfikiriz. Asıl soru 'Neden?' değil. Bunun cevabını zaten biliyoruz. Sormamız gereken soru kim? Gerçi kısmen onu da biliyoruz. Belki de sorulması gereken sorular kaç kişi olduklarıdır." Çömeldiği yerden kalktı ve volta atmaya başladı. "Kesinlikle, asıl sorulması gereken soru 'Kaç kişiler?' olmalı. Belki de bir tür ekiple karşı karşıyayızdır. Heyecan verici!" Aniden durdu ve tek yöne yürümeye başladı. "Belki de sadece birkaç kişilerdir. Hatta başta bir kişi vardı ve baştaki kişi üç kişiyi yönetiyordu." Başka bir tünelin önüne gelince durdu ve fısıldadı. "Alexander, Ludwig, Henry ve Logan..."
Erwin, Alexis'e yetişti ve birlikte tünele girdiler. "Ludwig'in, Logan olma ihtimali var mı?" Kendi kafasında tarttıklarını arkadaşıyla da paylaşmaya karar verdi.
"Olabilir. Psikopatlık sonradan gelmez, genetiktir. Baştaki kişi ya da kişilerin birinin James Moriarty'le bağlantılı olabileceğini ve kasabaya geldiğimde başlayan olaylarında dikkatimi çekmek için yapıldığını düşünüyorum." Tünelin sonunda ışık gördüklerinde adımlarını hızlandırdılar. "İnsanlar birden psikopatlaşmaz ve insanların derisini yüzmeye başlamaz. Dot Pixis'in itirafına bakarsak: Kurbanların ne şekilde öldürüldüklerini, ne gibi acımasızlıklara maruz kaldıklarını anlattı ancak kurban psikolojisinden hiç bahsetmedi."
"Kurbanın psikolojisi katil için önemli midir ki?"
"Tek seferlik vakalarda bile genelde katil, kurbanın nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu hatırlar. Seri katil vakalarında bu daha da artar. Seri katiller genelde yakalanmayacağına emin olduğu işleri yaparlar ve bu onlar için takıntıdır. Öldürme tutkusuna kapılmışken kurbanın davranışlarından zevk alırlar. Hem bay Pixis bütün her şeyi kendisinin yaptığını söylüyorken ona inanırsak bu tüneldekileri nasıl açıklamayı düşünebiliriz?"
"Sanırım haklısın. Olaylara çok yüzeysel bakıyorum." Erwin omuzlarını birkaç saniyeliğine düşürdü ancak sonra eski haline döndü.
"Hayır, yüzeysel düşünmüyorsun. Bir dedektifin düşünmesi gerektiği gibi düşünüyorsun. Sonuç odaklısın ve başarmak istiyorsun. Bunu yaparken de sabırlısın. Zeki ve erdemlisin. Çocuklar için ideal rol modelsin." Işığa yaklaşırken gözlerini kapattılar. Tünelden çıktıktan sonra birkaç saniye gözlerinin alışmasını beklediler.
"Motive etme konusunda iyisin." Ormana ulaşmışlardı ama burası kasabanın diğer ucundaydı. Batı tarafından, doğu tarafına geldikleri için ne kadar şaşkın olsalar da belli etmediler.
"Diğerleri nerde? Arkamızdan geldiklerini sanmıştım." Erwin üç saniye tünele baktı.
"Kötü görünüyorlardı. Kendilerini topladıktan sonra bizi takip edeceklerini düşünmüştüm." Birden ikisinin içini aynı korku duygusu kapladı. "Hemen geri dönelim."
Aynı anda koşmaya başladılar. Cesetsiz olan ilk tüneli geçmeleri, ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar, 6 dakika 23 saniyelerini aldı. Geniş odaya ulaştıklarında sapmadan tam karşılarında olan diğer tünele koştular. Mezar taşına zarar vermemek için birkaç adım sağa kaydılar ancak durmadan koşmaya devam ettiler. Nihayet ceset dolu tünele girdiklerinde kaymamak için fazladan çaba göstermeleri gerekiyordu. İkisi de en az bir defa düşecek gibi olsa da arkadaşlarının yanına düşmeden vardılar.
Mike tünele arkasını dönmüş, duvarın yanında oturuyordu. Hange cesetlerden birine bakarak göz yaşı döküyordu. Levi ise Hange'yi teselli ediyordu. Gelen ikili karşılaştıkları görsel karşısında bir süre donup kaldılar ama hemen kendilerini toparlayıp arkadaşlarının yanına koştular.
Erwin "Ne oldu? İyi misiniz?" Levi hafifçe kafasını salladı ancak diğer ikisi duymamış gibi yaptı.
"Şuradaki kız komşumdu. İlkokul öğretmeniydi ve çok tatlıydı. Öğrencileri için haftada bir kez kurabiye yapıp götürürdü." Karşısında duran onlarca ceset yüzünden zaten şoka girmiş olan kadın, yakın olduğu birini görünce krize girmiş gibiydi.
Alexis ağlaması durmayan kadının yanına çöktü. "Oİ, Hange!" Ağlayan kadının bakışları yanına yerleşen kişiye döndü. "Birkaç gün önce bir kitap bitirdim. Adı: Panorama Adası'nın Tuhaf Hikayesi'ydi. Hatta bu kitabı senin evinde kaldığım gün kitaplığında görüp konusunu merak etmiştim, sende bana özetlemiştin. Hatırlıyor musun?" Hange'nin hızla kalkıp inen göğsü yavaş yavaş normale dönemeye başladı. "Hani fakir bir adam zengin olmak için başkasının yerine geçiyordu. İsimlerini de pek hatırlayamadım şimdi." Alexis düşünür gibi yaptı.
"Hirosuke Hitomi, zengin olmak için ona tıpatıp benzeyen sınıf arkadaşının yerine geçti. Yerine geçtiği kişide Genzaburo Komoda'ydı." Hange'nin ağlaması ve titremesi durmuştu. Yanındaki kadından destek alarak ayağa kalktı ve birkaç metre uzağındaki, üç cesedin arasında yatan bedene baktı. "Mike, Nanaba'yı ara. Bulunduğumuz yere ekip göndersin ve içerisi dahil olmak üzere yakın çevre araştırılsın." Hala arkası dönük şekilde oturan adam, dedektif tarafından sergilenen soğukkanlılık karşısında donakaldı. Daha az önce salya sümük ağlıyordu. "Mike!" Kadının sesi kararlılık ve coşku doluydu.
"Hemen arıyorum." Mike, şuan olduğu durumun yardımcı olmayacağını anlayınca hızla kalktı ve telefonuna sarıldı. Aceleyle telefon edip kısaca durumu anlattıktan sonra diğerlerine döndü.
Erwin "Girdiğimiz yerden çıkıp ekipleri bekleyelim."
Alexis "Hayır, birkaç kişi tünelin sonunda beklemeli. Açık taraftan girip delilleri yok edebilirler."
"Haklısın. O zaman iki kişi doğu çıkışında, diğerleri batı çıkışında beklesin."
Hange "Bu tünelin çıkışı mı var?"
Alexis "Savaş ya da sığınak amaçlı yapıldığını düşünürsek, tek çıkış olması mantıksız olurdu."
Levi "Mike ve Hange'nin az önceki durumunu düşünürsek... Doğu çıkışına ben giderim." Alexis kafa salladı.
"Bende geliyorum." Levi kafa salladı. "Doğrudan yukarı çıkın ve sırt sırta verip birbirinizi kollayın. Katil hala yakınlarda olabilir." Bu söylediklerinin ardından iki dedektif karanlık koridorda gözden kayboldular. (Flaşlarını açmayı unuttular.)
Sonu biraz olmadı gibi. Zamanım olursa tekrar bakarım ya da çoktan bakmışımdır. Okuduğunuz için teşekkürler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölülerle Konuşmak
FanfictionTemel aot olay örgüsüyle alakası yoktur. /Levi x Okuyucu/