5.3

30 4 33
                                    

Not: Önceki bölümde John Watson'ın adının Elizabeth olduğunu söylemiştim ama bir bölümde Rosie olarak hitap edildiğini fark ettim. Muthemelen tam adı Rosamund Mary Watson'dı. 

Beklettiğim için özür dilerim.


Beş kişi tek kelime etmeden yeni öldürülmüş cesedin olduğu odaya girdiler. Kendini beğenmiş gibi duran uzun boylu adam birkaç adımda cesede yaklaşıp inceledi. Cebinden şeffaf bir eldiven çıkarıp sağ eline geçirdikten sonra açık yaraya dokundu. Çıplak bırakılmış bedenin üzerinde duran kalbi alıp göz hizasına kaldırdı. Bir süre onu inceledikten sonra eski yerine bırakıp eldivenini çıkardı ve tekrar cebine koydu.

"En fazla iki saat önce öldürülmüş ama bir cesedi bu hale getirmek..." Çenesini tutup düşündü. "Bir profesyonel için bile en az 3 saat sürmelidir. Sanırım üst düzey bir katille karşı karşıyayız." Hızlı ve esnek hareketlerle duvardaki küçük boşluktan tünele girdi.

Sarışın kız sabırla iç çekti ve onu takip etti. "Tek kişi yapmamış gibi duruyor." Diğerleri de geldiğinde aynı hızda devam ettiler.

Kadının ve adamın cesetlere karşı olan kayıtsızlığı Mike'ı dehşete düşürdü, Hange'yi şaşırttı, Erwin'i düşündürdü. 9 dakikalık hızlı bir yürüyüşten sonra ortadaki geniş odaya ulaştılar. Cesetlerin bittiğini fark eden Hange, derin bir nefes aldı. Mike ise sıra dışı koku alma duyusu yüzünden hala gergindi. 

Hepsi odanın ortasındaki mezar taşına yürüdü. "Moriarty," Erwin'in ağzından çıkan tek isim herkesin tüylerini ürpertti. "Burada olması çok garip. Hiç bağlantısı olmadığı; Japonya'nın uzak, tenha ve sessiz kasabasında. Herhangi bir fikriniz varsa duymak isteriz." Adamın hafif tehditkar, sert, güçlü sesi ortama hakim oldu. Üstünlüğünü belli ederek düşman askerleri sorgulayan bir komutan edasıyla ikilinin üzerine eğildi. 

Sarışın kız birkaç adım uzaklaştı. Adam ise belli belirsiz bir taktir ve şaşkınlıkla baktı. Tek kaşını kaldırıp memnun olduğunu belirten bir ses çıkardı. "Japonya'nın uzak, tenha ve sessiz kasabasında sizin gibilerle karşılaşmayı beklemiyordum." Gözlerini kısarak gülümsedi. "Aslında asker mi olmak istiyordun? Sonra üstlerine kendini gösterip adım adım yükselecektin. Onbaşı, yüzbaşı hatta binbaşı gibi rütbeler senin için hafif kalır. Komutan olmak istiyordun." Erwin yüz ifadesini değiştirmedi ama içten içe şaşırmıştı. 

"Sadede gelmenizi istemek zorundayım." Adamın sinsi sırıtışı daha da büyüdü. Elini sıkmak için zarifçe elini uzattı.

"Ben Leonard Holmes. Light'ın kuzeniyim." Erwin elini uzatırken sordu. 

"Light?" Aslında biliyordu ama emin olmak istedi.

"Muhtemelen siz onu Alexis adıyla tanıyorsunuzdur. Aile içinde genelde ona Light adıyla hitap ederiz." 

Erwin az önceki soruyu sormamı gibi davrandı "Erwin Smith. Light'ın arkadaşı ve bu kasabanın dedektifiyim." El sıkışmaları bittiğinde Leonard diğerlerine döndü. İlk önce Hange'ye yöneldi.

"Hange Zoe. Light'ın arkadaşıyım." Kadının bekletmeden cevaplamasını takdir ederek son kişiye gitti.

"Mike Zacharius. Alexis'in iş arkadaşıyım." Leonard tek kaşını havaya kaldırdı ama bozuntuya vermeden geri döndü. Sarışın yanına gelerek belinden tuttu ve diğer elini de havaya kaldırdı. "Kısa kesmek için hızlıca tanıtayım. Rosie Watson, bir  aile dostumuz." Daha sonra kadından uzaklaştı ve etrafı incelemeye başladı. 

"Biz girişten girdik ve diğerleri çıkışta bekliyor. Cesede yapılan şeyleri ve tahmini ölüm saatini kıyaslarsak hala burada olmalıydı. Siz girişteyken çıkma ihtimalleri var mı?"

Ölülerle KonuşmakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin