22. BÖLÜM: GERÇEKLEŞENLER

8 1 0
                                    

"Cehenneme düşmek bu olsa gerek; ölmüyorsun ama yaşamıyorsun da."

***

Yağmurlu bir gece şimşekten, gök gürültüsünden korkup annemle babamın yanına gitmiştim. Hava soğuktu, yerlere serilen halılar küçük ayaklarımı ısıtmaya yetmiyordu. Kollarımın arasında tuttuğum ayıcığa sıkıca sarılmış, korkuma yenilmiştim. Annemle babamın yattığı odanın kapısını açtığımda henüz yeni uyumaya başladıklarından ya da daha uyumadıklarından ikisi de doğrulup bana bakmıştı. Kollarımda tuttuğum ayıcığa iyice sarılarak, "Aranızda yatabilir miyim?" diye sormuştum. Annem de gülümseyerek beni yanlarına çağırmıştı. 

Bulutların sarmaladığı gökyüzü, henüz çiselemiş yağmurdan arta kalan toprak kokusu, arabaların gürültüsü ve dikildiğim kaldırımdan baktığım bina bana şöyle diyordu: Bu bir hayal değil, gerçek. Babamın otopsisi sonucunun açıklanmasına az kalmıştı ama ondan da önemlisi bugün Melis bana her şeyi açıklayacaktı. Karan'la birlikte dosyanın kilit noktasından birini daha çözecektik.

Soğuk havaya karışan sıcak nefesime aldırmadan üzerime geçirdiğim montun ceplerine ellerimi biraz daha bastırdım. Kasım ayının başlarında gelen soğuk hava dalgasını beklemediğimden sabah evden çıkarken ceket giymeyi göze alamamıştım çünkü zaten hastalanmaya yatkın birisiydim. Çabuk üşür, soğuk kapardım. Hastalandığımda haftalarca yataktan çıkamazdım. Bünyem zayıf görünürdü ama güçlüydü de. hastalandığımda kötü geçirmemin sebebiyse tatlıyla da aramın kötü olmasıydı. Bal yemezdim, tatlı şeyleri sevmezdim. 

Balın insan hayatındaki önemini hastalandığımda her gün bana zencefilli bal hazırlayıp bir, iki kaşık yediren Nazlı abladan öğrenmiştim. Hastalandığında haftalarca yataktan çıkamayan birisi olarak on günde hastalığı atlatmıştım onun sayesinde. Annemle babamın arasına kıvrıldığım o gece de üşümekten yorgun düşmüş bir halde kapıyı aralamış ve içeriye girmiştim. Üşüyordum, korkuyordum, titriyordum. Gökkuşağına benzemeyen bu şimşekler beni ürkütüyordu, bu yüzden kendimi annemle babamın güvenli kollarına bırakmıştım. Sıkıca onlara sarılmıştım. 

Hayatımızdan çıkıp gidenlerin toplandığı bu binada üç ceset vardı; soğuk üzerlerine sinmiş, ölüm onlarla kalmıştı. Uykuyla misafir ettiğimiz ölümün aslında ne kadar korkutucu olduğunu ya bir insan hayatını kaybedince anlardık ya da değer verdiğimiz bir hayvanın ölümüyle. Benim için bir köpekle başlamıştı, babamla devam etmişti ve Nihan'la sonlanmıştı. Ölümün ne kadar korkunç bir şey olabileceğini öğrenmiştim. Zaman onların bedenini çürütürken bizim kalbimizden sevgiyi azaltıyordu. Ölüm bir insanı sonsuz uykuya yatırıyor, sevdiklerini de rüyalara hapsediyordu. Bir inan öldüğünde onu sevenlerin tek sığınağı rüyalarıydı. Ölüm bir insana biçilmiş gerçekse bugün o gerçekle yüzleşecektim. Bu bir rüya değildi, gerçekti. 

Acımasız gerçeklerin pençesine takıldığınızda yalanlar size güzel görünürdü. Kaybettiklerimizi hatırlardık, gerçeklerin bize kaybettirdiklerini çünkü yalanlar insanlardan sadece gerçekleri çalardı. Yalanların çevrelediği bir insan gerçekleri öğrenmeye başladığında üzülürdü, kırılırdı, dağılırdı. Gerçekler onu acımasız bir insan yapardı, yalanlarsa sadece kör.

Durduğum noktadan Karan'ın o binadan çıkmasını beklerken sabırsızlandığımı hissetmek ve heyecandan kıvranmamak için kendimi zor tuttum. Melis'le bir konuşma ayarlayabilmek için onu önden boş bir koridora çekecekti, bir saat sonra da orada buluşacaktık çünkü Melis o koridorda dinlendiğimizi söylemişti. Karan'la yeni bir şeyler düşünerek hareket etmek zorunda kalmıştık. Tenha bir koridor yeterince işimizi görürdü. 

Hüzünlü KalplerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin