16. BÖLÜM: ÖLÜLER

46 8 2
                                    

Bölüm şarkısı: Shamrain - Evangeline.

"Ölümle yaşam arasında kalınan zaman diliminde susmuş bir çocuk dizlerinin üzerine çöküp ağlayan ruhunun ninnilerini dinleyerek büyüdü."

***

Zavallı bir kuşun cıvıltıları kulaklarımda yankılanıyordu, zaman donmuştu; acımasız insanların ayak seslerinin yankılandığı film yarıda kesilmişti. Kuşların acı dolu cıvıltılarının sergilendiği sahnede sesler kesilmiş, sessizlik salona hâkim olmuştu; insanlar bir kuşun katledilişini izlemişti. Perde kuşla insanların arasına girdiğinde salonda kopan alkışlar insanlıktan bir parça vicdan koparmıştı, merhamet de arkasından gelmişti; insanlar kuşun öldürülüşüne alkış tutarken vicdan seyirci kalmıştı. Merhametsiz insanlar da perdeyi kaldırma gereği duymamıştı. Diğer kuşların yakarışları duyulurken insanlar sessiz kalmıştı. Perdenin indiği sahnede sergilenen oyunun birinci yarısı sona ermiş, ikinci yarısı başlamıştı; geri dönüşü olmayan yaralar bırakıldığında kuş kafesinden kaçmıştı. Zalimlik peşinden koşan kuşun gidebileceği bir yer yoktu çünkü her yer insanlarla doluydu, dünya ona bir cehennem doğurmuştu. Kuş çırpınarak doğduğu, büyüdüğü topraklara uçmuştu; insanlardan uzak bir dala konmuştu ve insanlar onu vurmuştu.

Doğanın kollarını açtığı özgürlük lavların altında kalmıştı. Yaralı kuş yerlerde sürünmüş, kanadına da saplanan kurşunun etkisiyle afallamıştı; yakında akan kanların arasında ölecek, bir insanın sofrasında yemek olacaktı. Doğa zalimliğe göz yumarken insanlar da o zalimlikten fayda bulacaktı. Hayallerinde uçmak bulunan bu insanlar, onların yapamadığını yapan kuşların kanatlarını kıracaktı. Yazarlar yarım yamalak bir hikâye kaleme alacaktı.

Dudaklarım aralandığında sessizlik zihnimde yankılandı, kapısından attığım adımla donakaldığım mutfak beni zalimlikle karşılamıştı. Zaman bir insanın daha seçim şansını elinden almış, geride enkazlar bırakmıştı. Nefes alamadığımı hissettiğimde içeriye bir adım daha atmayı denedim fakat zamanın donduğu zihnimde yankılanan çığlıklar dudaklarıma ulaşmadı, beynimin yolladığı emir sinirler yoluyla bedenime iletilmedi. Hareket edemedim, konuşamadım. Şaşkınlıkla mutfak tezgâhına ve orayı takiben yere inen ize bakmaya devam ettim. Nihan'ı düşündüm, babamı...

Ölmek nasıl bir şeydi acaba?

Kan bir bedenden akarken insan nasıl hissederdi?

Hissizlik? Peki, kanla beraber gelen hissizlik? O nasıl bir şeydi?

Dudaklarım tekrar aralandığında, "Karan!" diye bağırdığımı sonradan fark edebildim. Sesimle birlikte bedenim de hareket etti, zaman normale döndü. Usulca içeri süzülürken neredeyse koşarak ortaya yerleştirilen masanın ötesine geçtim ve gördüğüm görüntünün kesinleşmesiyle donakaldım. "Karan çabuk buraya gel!" Sesime yansıyan korku endişeyle karıştığında dehşet kanımda yol aldı, titrememe engel olamadım.

Kanlı bir bıçağın iz bıraktığı dolaplardan aşağı akan kırmızı sıvı yerde göl oluşturan kanla birleşiyordu. Başı da dâhil her yer mutfağa sıçrayan kanlarla dolmuştu, boynundan başlayarak tişörtünü ve yerleri boyayan kan adamın ölümünü işaret ediyordu. Levent Sarıoğlu karşımda ölüyordu.

Titreyen bacaklarıma güç katarak doktorun yanına eğildim. "Levent Bey beni duyabiliyor musunuz? Levent Bey!"

Telaşlı sesimi takiben mutfak kapısından içeriye giren Karan'ı hissettim, yavaş adımlarla yanıma geldi. Adamın koluna elimi koyduğumda kanın geldiği yeri, yaranın asıl kaynağını bulmaya çalıştım ama çok fazla kan vardı. Yere bulaşan kanın üzerine çökerek dizlerimi yasladım, kotumun kirlenmesi umurumda değildi, bu adamın ölmesine izin veremezdim. Yaşamalıydı, yaşamak zorundaydı. Gerçeklere yaklaşmışken, babamın ölüm emrini verenlere adım atacakken ölemezdi! O, benim çıkış anahtarımdı. Kaybolmasına izin veremezdim.

Hüzünlü KalplerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin