"Hüzün gözlerden kalbe akar, sen onu göremezsin. Yağmur damlalarının yokluğunda bir yaprak salınır, sen onu duyamazsın. Ellerinden kan akar, sen onu hissedemezsin."
***
Dünya döndüğü müddetçe insanlar da yaşamaya devam edecekti. Süregelen sevgiler yenilgiye uğrayacak, kalpler kanayacaktı. O kavşaktan belki hiç dönmeyecekti araba, zaman donacaktı. Yağmur yağacaktı, gözler kırılan kalbine düşen damlaları bakışlarına taşıyan kıza ve onun karşısında dikilen siyah şemsiyeli çocuğa kayacaktı. Şemsiye düşecekti, çocuk gidecekti, aşk bitecekti. Kız orada, yağmurun altında, yalnız başına kalacaktı. Gözyaşlarının mahzenlerinde bir ruh daha hapsolacaktı.
Karanlıklar aydınlıkları yutardı. Acılar hüzünlerden beslenirdi. Sen sonbaharda terk ettin belki onu ama sonbahar terk etmedi kalbi yaralı kızı. Yağmurlar yağdı, rüzgârlar esti; kız asla kapanmayacak yarasıyla dizlerinin üzerine çöktü. Sen gittin, kız gitti ama onun aşkı bitmedi. Senin unuttuğun kadarını o kız hatırladı. Senin kırdıklarını o birleştirip sonra tekrar sana uzattı ve sen onu üzmeyi bırakamadın. Kimse de sana neden yapıyorsun diye sormadı çünkü kalbi kırılan sen değildin.
Kız sonbaharda kaldı, sen ilerledin. Aşk bitti, dedin; kıza aldığın çiçekler soldu. Çünkü yaşam suyunu dökmeyi unutmuştu senin acımasız kalbin.
Sonbahar sana esmiyor artık, seninle gelmiyor; çünkü sen onun Hazal yapraklarını ezdin, Hazan yapraklarını parçalara ayırdın ve geçmiş gömdü senin yaptıklarını. Sen yine sevgiyle övündün... Hâlbuki unutmuştun, olmayan bir şeyle övünemezdin; kalbine dökülmezdi sonbahar yaprakları, sevgisizliğin topraklarına değmezdi hiçbiri.
Yavaş adımlarla kızın yanından geçip gittim, çocuğun elvedası kızı yıkmıştı. Böyle yağmurlu günlerde her zaman aklıma İstanbul boğazının karanlık suları, göğü kaplayan kara bulutlar gelirdi. Tıpkı bu kız gibi aniden kararan, beyaz bulutlar... Oysa sonbaharda gökyüzü en çok güneşin batışıyla güzeldi. Güneş batardı, ay doğardı; bu döngü asla son bulmazdı.
Montumun ceplerinde gizlediğim ellerimin parmaklarını oynattım, havanın soğuğu tenime işliyordu. Bakırköy'de, bir kafede buluşacağım Karan'la Çiçek Solmaz'ın evine gidecektik ve eğer onu evinde bulamazsak üç gün boyunca Karan'ın işlerinin bir düzene girmesini bekleyecektik. Eğer üç gün yetmezse Karan ancak hafta sonu müsaitti ve Çiçek'in hafta sonlarını nasıl geçirdiği hakkında pek fikrim yoktu ama evinde değilse çalıştığı yere ya da neredeyse oraya gidebilecek kadar öfkeliydim.
İnsanlar güneşe direkt bakamazdı çünkü güneş göz alıcı ışığıyla insanları kör ederdi. Güneş gerçeklerdi, gündüz gökyüzüne saklanan ay gerçeklerdi; bulutlar yalanlardı, gerçeklerin üzerini örterlerdi. Demir Tan ulaşmam gereken güneşti, annemse gerçekleri örten kara bulutlar... Yapmamı istediği şeyler, yapacaklarıma tersti. Bu yüzden Çiçek'i konuşturup sürükleyerek polise teslim ettiğimde annemin yaşayacağı hüznü merakla bekliyordum. Kimi koruyorsa onun içi önemli olmalıydı. Yoksa kocasını öldürüp kızını hedef almış insanlara selam verecek birisi değildi benim annem.
Biliyordum, bulutlar dağılıp güneş göründüğünde gerçekler ortaya çıkacaktı. Yalanlar uzun süre gerçekleri saklayamıyordu çünkü.
İnsanlarla dolu caddede yürümeye devam ettim, Karan özellikle burada buluşmak istemişti çünkü annemin benim peşime adam takabileceğini düşünüyordu. Aslında ona hak veriyordum, annemin yapmadığı şey değildi. Lisenin ikinci sınıfında sadece bir köpeğe araba çarptığı için sinirlenip sürücü cezasız kaldığında, "Ben avukat olacağım!" diyerek evi inlettiğimde günlerce peşimde korumayla gezmiştim. Nihan'ı da avukat olmaya ikna ettiğimde mecburen peşime taktığı adamı geri çekmişti. Yine aynı şeyi yaparsa şaşırmazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünlü Kalpler
ActionSonbahar sessizliğin kendisiydi. Dökülen yaprakların kokusu etrafa yayılırken esen rüzgârın sesi hüzünlere eşlik ederdi. Sonbaharın şarkısı yaprak hışırdamalarıydı; esen rüzgâr ninnisiydi. Düşen yağmur damlalarının sesleri sonbaharın ölüm şarkısıyd...