"Bir gün öleceğim, neden derlerse senin adını vereceğim; birisini çok sevmişti diyeceğim ve intihar edeceğim."
***
Tatlı bir rüzgâr saçlarımızı uçuşturarak geçip gittiğinde aramızda uzun süredir hâkimiyetini sağlayan sessizlik dağıldı. Body gerinerek yattığı yerden kalktı ve mamasıyla kulübesinin bulunduğu evin yan tarafına doğru koşturmaya başladı. Onun her hareketiyle gerilen Kanat gitmesiyle rahat bir pozisyonda yana kaydı. Kıraç'ın bakışları üzgündü, sanırım Body'nin gitmesini istememişti. Sakince bana dönen Kanat'ın ardından Kıraç'ta onu takiben gözlerini Body'den çekti ve ikisi de bize baktı.
"Ne zaman söyleyecektiniz?" Sorusu havada asılı kaldı. "Ne zaman söylemeyi düşünüyordunuz? Ya da şöyle mi demeliydim: Söylemeyi düşünüyor muydunuz?"
Başımı yana çevirip Karan'a baktım ama o istifini hiç bozmadan Kanat'la Kıraç'a dikmişti gözlerini. Sakindi, hem de ondan beklenilemeyecek kadar. "Haberiniz yok çünkü her şeyin düzenlenen yemekte ortaya çıkmasını istemiştim." Tavırları dediğinin arkasındaydı, gözleri tereddütsüzdü. Elimi tutan eli sıkılaştığında, "Sevgilim de beni kıramadı," dedi uyarı biçiminde. Sanırım söylediklerini onaylamamı istiyordu.
"Evet, öyle oldu," dedim kısık seste. Düşünceliydim, sevgililik olayının nereden çıktığını merak ediyordum. Karan fevri davranacak veya düşüncesizce adım atacak birisi değildi. "Kıramadım."
Derin bir nefesle birlikte yanaklarını şişiren Kanat kollarını göğsünde bağladı. Tatmin olmuşa benzemiyordu, aksine bin bir düşüncenin dolaştığı zihninde her şeyi tartıp biçiyordu. Kanat zekiydi, dürüsttü; Karan'ın ortaya attığı yalanı anlayabilirdi fakat aynı zamanda anlamayabilirdi de. Bazı insanlar için göz önünde bulunan gerçekleri görmek imkânsızdı; ne kadar çok bakarlarsa baksınlar asla görmeleri gereken gerçekleri göremezlerdi. Kanat'ın hangi türe girdiği merak konusuydu ama bilerek görmezden de gelebilirdi. Sonuçta o Kanat Kanlıca'ydı. Yapabileceklerini kestirmek zordu.
Rüzgârın uğultusu yine aramıza girdiğinde adım sesleri duyuldu, başımı yana çevirdiğimde bize doğru gelen Demir Tan'ı ve peşinde sessizce onu takip eden annemi gördüm. Tartıştıkları açıkça belliydi, ikisinin de yüzünden düşen bin parçaydı. Mutsuzlukla kavrulmalarını isteyen yanım memnun kalırken görünen manzaradan, annemi savunan yanım üzgündü. İnsanların kırıldıkları bir sonda kazanan olmazdı, sadece trajedi yer alırdı; hüzün kaplardı satırları. Biliyordum, içinde bulunduğum hikâyenin mutlu bitme olasılığı yoktu. Peşine düştüğüm kişiler tehlike saçıyordu, kim oldukları bile belirsizdi.
Gözlerim beyaz zemine düştü, ardından Demir Tan'ın sesi duyuldu. "Kıraç, Kanat! Gitme zamanı!" Kısa duraksaması uzun sürmedi. "Karan, sen de işine geri dönmelisin. Suçlular seni beklemez."
Kanat'la Kıraç, Demir Tan'ın söylediklerine uyarak ayağa kalktı ama Karan oturduğu yerden masayı izliyordu. İkisi bizi bir süre bekledikten sonra yanımızdan ayrıldı, Demir Tan'ın yanına gittiklerinde Karan'ın kısık sesi dağılan düşüncelerimle arama girdi. "Yarın, saat altıda seni götürdüğüm kafeye gel. Eğer adresini bilmiyorum dersen mesaj atabilirsin." Daha ben cevap veremeden kalktı, bizi izleyen diğerlerine kısa bir bakış attı. Sanki izlediklerinden emin olmak istiyordu da belli etmemeye çalışıyordu, öyle gizemliydi.
Hafifçe eğildiğini gördüğümde kahverengi gözleri gözlerime çıktı ve göz göze geldik. Zaman kavramımı birkaç saniyeliğine yitirirken Karan elimi nazikçe tutarak dudaklarına yaklaştırdı. Tenime değen yumuşak dudaklarını hissettiğimde kulaklarımda atan nabzım yüzünden sağır, hislerimi ele geçiren nahoş isyan yüzünden kör hale geldim. Öylece kahverengi gözlerine bakakaldım. Sonra eli elimi bıraktı, yaşattığı peri masalı sona erdi. Dünya dönmeye, zaman işlemeye devam etti ama kalbim hep o anda kaldı; gözlerime bakan gözlerinde, hislerime karışan hislerinde, dokunuşunda... Hayatımı kaplayan kısa süreli nezaket, ailemin ve arkadaşımın gitmesiyle eksilen kalbimin boşluğunu doldurdu. Öylece kahverengi gözlerine bakakaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünlü Kalpler
ActionSonbahar sessizliğin kendisiydi. Dökülen yaprakların kokusu etrafa yayılırken esen rüzgârın sesi hüzünlere eşlik ederdi. Sonbaharın şarkısı yaprak hışırdamalarıydı; esen rüzgâr ninnisiydi. Düşen yağmur damlalarının sesleri sonbaharın ölüm şarkısıyd...