"Ellerimden tut sevgilim, gözlerimin içine bak; dökülenleri toplamak benim işim, sen sadece akan kana sor yaptıklarını."
***
Yıkılanın yerini yenisi almazdı, parçaların enkazında kaybedilenler geri gelmezdi. Hayat böyleydi, kazandığımızdan çok kaybederdik. Gözlerimizde yatan ölü ruhlara her gün yenisi eklenirdi ve yarına bırakılan umutlar sönüp giderdi. Geleceğimize attığımız adımlar belki bize güzel görünüyordu ama ilerlemek bedelini ödemeniz gereken hayat çarkıydı; her döndürüşünüzde azar azar kaybediyordunuz inancınızı, hayallerinizi. İnsan hayatındaki en değerli zaman dilimi ileri attığımız küçük adımların, ilk başladığımız noktanın yanıydı. Çünkü küçükken hayaller kaybolmazdı, yitip gitmezdi; aksine çocukluğunuzdan beslenerek büyürdü.
Yetişkinler neden gereğinden fazla ciddiydi şimdi anlayabiliyordum, hepsi hayallerini çocukluğunda bırakmıştı. O attığı ilk adımda, konuşmaya başladığı anda, annesinin elini tutarken, düştüğünde, okula başladığında... Bir yaş binlerce hayali öldürüyordu. Büyümek insanların hayatında gördüğü tek yıkımdı, acımasız bir katliamdı. Çocukken salıncakta sallanarak özgürlüğü tadardık; büyüyünce para denilen illete takıldık, özgürlüğümüzü kaybettik. Çocukların derdi oyundu mesela; büyüyünce dünyanın yükü üzerimize yığılıyordu, altında ezilip susuyorduk ve sessizce ağlıyorduk adaletsizliğe.
Büyümek insanların hayatlarında gördüğü ilk cenazeydi, cehennemin topraklarına atılan adımdı. Bu yüzden büyümemeliydik, çocuk kalmalıydık. Ağlamamalıydık, gülmeliydik. Sevinmeliydik, eğlenmeliydik çılgınca. Kimse bize karışmamalıydı. Belki de insanların yıllarca peşinde koştuğu özgürlüğün çocuklukta gizlendiğini söylemek pervasızlıktı ama sadece dönüp baktığımda özgür hissettiğim anların çocukluğumda kaldığını görmek beni üzüyordu.
Tırnaklarımı vurdurduğum masadan çıkan sesler dikkatimi dağıtırken profesörün yazdığı kelimelerin silaha dönüşüp dönüşemeyeceğini düşündüm. Kanat yanımda not tutuyordu, bense daha önce hiç görmediğim profesörün dersi anlatışını dinliyordum. O olayların üzerinden bir hafta geçmişti, okulun ilk haftasında hastalığından dolayı derse giremeyen profesör sürekli savunma yapamayan avukatın işe yaramazlığından bahsediyordu. Diğer öğrenciler gibi ben de pür dikkat profesörün söylediklerini dinliyordum ama iki kelimesinden biri bizi küçümsüyordu.
Çenemi elimin üzerine yaslayıp sıkıntıyla iç çektim, dersin hepsi savunmanın önemiyle geçip gitti. Ders bittiğinde, "Çıkabilirsiniz," dedi profesör notlarını toplayarak, öğrenciler içten bir nefes almıştı. Önümde beliren iki seçenekten birisi profesörlerle ve öğrencilerle iyi geçinmekti, bu yüzden genelde derslerde sessiz duruyordum. Ancak etkili olup olmadığından hâlâ emin değildim, okulun dedikodu merkezi bir haftadır değişmemişti. Düşünmenin de bir yararı yoktu gerçi.
Not aldığım defterle kalemlerimi çantama tıkıştırırken sınıf boşalmaya başladı, benim aksime Kanat çoktan hazırdı. Gülerek çantasının kayışına attı elini. "Senden bekleneceği gibi yine dersi doğru düzgün dinlemedin." Omuz silktiğimde tekrar güldü. "Gerçekten, bu gidişle sınıfta kalacaksın. Biraz ders dinle."
Derin bir nefes alarak çantamı omuzuma attım. "Notlarım hakkında endişelenme, F almayacağım."
Neşeli sırıtışı yüzüne yerleştiğinde, ne kadar çok gülümsüyor diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Kanat Kanlıca tanıştığımızdan beri her şeye rağmen gülümsüyordu, ona imreniyordum; yaşadığı onca üzücü olaya rağmen hâlâ gülebiliyordu, güçlüydü. Arkadaşsız geçirdiği yıllara başkaldıran gözleriyle, sözleriyle, duruşuyla çok güçlüydü. İçinde buğulanmaya karar vermiş acıyla başa çıkabiliyordu; kendisini geleceğe doğru ilerlemekten başka uğraşı olmayan, güçlü bir kıza çevirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünlü Kalpler
ActionSonbahar sessizliğin kendisiydi. Dökülen yaprakların kokusu etrafa yayılırken esen rüzgârın sesi hüzünlere eşlik ederdi. Sonbaharın şarkısı yaprak hışırdamalarıydı; esen rüzgâr ninnisiydi. Düşen yağmur damlalarının sesleri sonbaharın ölüm şarkısıyd...