"Zehirli bir sarmaşık anılarımın etrafını sarıyor, zehirliyor ve boğuyor. İşte o anılar, kendisini ölüme mahkûm ediliyor."
***
Bir madalyon gözlerimin önünde sallanıyordu küçüklük anılarımdan kalma. Annemin sevgiyle baktığı madalyonun iki yüzü vardı; biri babamı öldüren katiller kadar karanlık, diğeri ölüme habersiz giden Nihan kadar aydınlıktı. Madalyonun kendisine çizilen kader karanlık ve aydınlık yüzler için hiçbir anlam ifade etmezdi, bir madalyonun iki yüzüne farklı sonlar yazamazdınız. Karanlık ve kötü yüzüne mutluluk, aydınlık ama hüzünlü kısma mutsuzluk düşmezdi çünkü onlar madalyonun kendisine aitti. Ve bir madalyona sadece tek son yazılırdı, o da madalyonun bahtsız kaderiydi. Eğer Nihan o denklemin bir parçasıysa madalyonun hangi yüzünde bulunduğu önemli değildi; o madalyona ölüm biçilmişti, ağaçtan dökülen yapraklar onun kaderine ortaktı. Aynı zamanda Hazal Tan da öyleydi. Onu neredeyse hiç tanımıyordum, alışkanlıklarını bilmiyordum fakat Karan'a sormak da bir seçenek değildi. Anneanneme verdiği sözden sonra aklımda sadece bir soru kalmıştı: Hazal'la aralarında öyle bir şey geçmiş miydi?
Başımı yana yaslayarak gevşetmeye çalıştım. Eğer sonuç önünüzde bir engelse soruyu sormaya korkardınız. Matematiğin temeli de buydu, orada sorular normal bir şeydi. Karan'a çok normal bir şey soruyormuş gibi yaklaşmalıydım ama benim tarzım değildi; ben soruları sorar, cevapları alırdım. Denklemin sonunda kimin yalnız kalacağı umurumda değildi ama olmalıydı. Ben madalyonun bir yüzüysem, Karan da diğer yüzüydü; olaylar bitene kadar birbirimize bağlıydık, sonunda da aynı kaderi paylaşacaktık. Ayrılığı... Onunla ayrılma düşüncesi uzun süredir aklımda dolanıp duruyordu, katlanamayacağım şeylerden sadece bir tanesiydi. Karan'la sohbet etmek eğlenceliydi, beni güldürüyordu, çoğu zaman ne yaptığının farkında olmadan moralimi yerine getiriyordu. Sakinlik temalı bir müzik gibiydi, defalarca çalsa bile bıkmıyordum.
Salınarak merdiven basamaklarına giden yolda bir adım daha attım. Karan'ın beni sürpriz bir şekilde getirmek istediği yer burasıydı: Polis Merkezi. Alması gereken dosyalar olduğundan söz edip beni kolayca buraya getirebilmişti fakat bir sorunumuz vardı, her taraf onu tanıyan insanlarla dolup taşarken hareket etmesi zordu. Dakika başı bana yenge diyen birisiyle karşılaşıyorduk ve kimseyi tanımadığımdan gülümsemekle yetiniyordum.
Karan başka bir koridordan döndüğünde artık yorulmaya başlamıştım, merdivenler daha ne kadar uzaktaydı? İnsanlar onu tanıyordu, biliyordu ve merak ediyordu. Hazal'ın onu buraya gelerek ziyaret ettiğine dair inancım da giderek artıyordu. Normal karşılamam gereken bir şeydi fakat aşırı derecede sinirimi bozuyordu. Ayrıca Karan'ı iş başında görmek güzeldi, Karan gördüğümüz insanları tanıyordu ve onlar da Karan'a saygı duyuyordu. Beklemediğim diğer şey de Tekin Korhan'ın karşımıza çıkmamasıydı. Okulda beni ziyaret ettiğinden beri uzun bir zaman geçmişti, hâlâ kardeşinden uzak durmamı isteyip istemediği konusu tamamen çözülmesi gereken bir gizemdi.
Kaşlarımı çatarak Karan'ı takip etmeyi sürdürdüm; Polis Merkezi binasının önünde arabadan indiğimizden beri tuttuğum eli sıkıydı, beni hiç bırakmamıştı. Onunla gelecekte çalışacağım koridorlarda gezmek tuhaf hissettiriyordu, okulumu bitirip gerçek bir avukat olduğumda burası benim evim haline gelecekti. Davalar, dosyalar, hazırlanması gereken evraklar... Tonlarca işim olacaktı ve o gün geldiğinde tekrar Karan'la karşılaşacağımdan da emindim.
Karan Korhan. Genç, yakışıklı, çekici bir polis...
Avukat Hazan Yükselen'in dikkatini çekebilecek miydi acaba?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünlü Kalpler
ActionSonbahar sessizliğin kendisiydi. Dökülen yaprakların kokusu etrafa yayılırken esen rüzgârın sesi hüzünlere eşlik ederdi. Sonbaharın şarkısı yaprak hışırdamalarıydı; esen rüzgâr ninnisiydi. Düşen yağmur damlalarının sesleri sonbaharın ölüm şarkısıyd...