13. BÖLÜM: SÜRÜKLENENLER

22 9 4
                                    

"Senden istediğim tek şey sevgiydi, yarım kalmış bir hikâyede başrol oynamak değil. Nefretini bile kabullenebilirdim ama sevgisizlik affedilmez, sevgilim."

***

Seçimler insanları bitirirdi. Yanlış bir seçim yaptığınızda hayatınız boyunca bunun bedelini öder, yaşanmışlıkları çöpe atardınız; bir nevi vazgeçmek denirdi buna, doğruları aramaktan sıkılmaktı. Seçimler insanları batışa sürüklerdi. O an aldığınız karar geleceğinizi şekillendirir, önünüze bir yaşam haritası çizerdi. Seçimler insanları boğardı. Çünkü siz seçim yaptığınız gibi, başkaları da sizinle değer verdikleri arasında kalırdı. Seçimler insanları yalnız bırakırdı. En iyisini istemek de seçimlerden doğardı ve insanlar sonunda elinde kalanları bile kaybettiği noktaya gelirdi. Seçimler insanların yanlışlarıydı.

Önünüze iki seçenek sunulduğunda bilmeliydiniz ki, başkası da sizin içinde bulunduğunuz bir seçimle baş başa kalıyordu. Seçilen ya sizdiniz, ya da bir başkası... İnsanı yaralayan seçimlerin sonuçlarıydı. Arkadaşım o arabaya bensiz binmeyi tercih etmişti ve ölürken yanında olamamıştım. Babam eve aldığı insanlara güvenmeyi tercih etmişti, sonunda onların elinde ölmüştü. Ben de Karan'ın yanında kalmayı tercih etmiştim ama bana henüz kötülüğü dokunmamıştı, ya da ben öyle sanıyordum.

Düşünceli adımlarım önden giden Karan'ı takip ediyordu. Babamın davası hakkında çözülmemiş bir gizemin daha peşinden gidiyorduk. Kendi özel doktoru değildi elbette ama ölüm raporuna imzası atılan, babamın öldürüldüğünü ört bas eden doktordu. Henüz ev veya iş adresine rastlamamıştık ve adamın iki yıl önce kaçabileceğini hesaba katarsak işimiz zordu. Ulaşabileceğimiz tek yer son adresiydi, bir ofisti. Doktor olmasına rağmen özel klinik açabilmesi dikkatimden kaçmamıştı. Adamın ismi, Levent Sarıoğlu'ydu.

Gözlerim yere sabitlenmiş, ellerim ceplerimde yürürken aniden arkasını dönüp yüzüme bakan Karan'la tökezledim. Beni korkutmamıştı ama düşünceli halimden dolayı dikkatsizlik etmiştim. Kaşları çatıldı, yüzünde tuhaf bir ifade vardı; nedense hoşuma gitmemişti. Normalde bu kaldırımda yürüyen iki yabancı gibi görünüyorduk, teknik olarak öyleydik de. Karan'ı doğru düzgün tanımıyordum, hakkında bildiklerim iki elimin parmak sayısını geçmiyordu. Onun da durumu benden farksızdı.

Kaşlarının çatıklığı devam ederken, "Hazan," dedi. "Böyle dikkatsiz davranmaya devam edersen doktoru elimizden kaçıracağız. Canlan biraz, hadi!" Gülümsediğinde kaşlarının çatıklığı gitmişti ama bu daha çok canımı yakmıştı. Gülümsemesi destek vermek istiyordu, elimden geleni yapmamı sağlamaya çalışıyordu. Oysa benim düşündüğüm tek şey yüzüne yayılan gülümsemenin sahibiydi.

"Karan," dedim, sesim tuhaf çıkmıştı. "Âşık olmak nasıl bir duygu?"

Kaşları havalandı, yüzüne masum kedi bakışları atıyordum. "Sen iyi olduğuna emin misin? Benim bildiğim Hazan Yükselen bu soruyu ölse sormaz da..."

Kaşlarım çatıldığında sorunun yanlış kaçan tarafına baktım ama hiçbir şey göremedim. "Normal bir soru işte, Karan! Uzatma da söyle." Ondan ne istediğimin farkındaydım, anlatacaklarının da.

Yüzüme ciddiyetle baktı, yolun ortasında durmuş birbirimizle bakışıyorduk. Elleri ceplerindeydi, duruşu sakindi. "Âşık olmak nasıl bir duygu, merak mı ediyorsun? O zaman birisini sevmeyi dene, küçük avukat." Kaşlarım iyice çatıldı, birisini sevmeyi denemeli miydim? Yoksa dalga geçiyordu da, benim mi haberim yoktu?

"Birini sevmeyi mi denemeliyim?"

Derin bir nefes alarak gözlerini kapatıp açtı. "Diyorum ki yaşamadan bilebileceğin bir şey değil." Açıklayıcı olmamıştı, hem de hiç. Yüzüm tuhaf bir hâl aldı. "Ben eskiden, çok küçükken aşkı bulutlarda sanıyordum. Hani aşkın insanları uçurduğu söylenir ya, aşk acısı benim için yağmurlardı. Hazal'ı görünce bile değişmedi, o her zaman bulutlardaydı. Anlıyor musun?" Omuzlarını kaldırıp indirdiğinde hissettiklerinin yüreğime oturuşunu, orada taht kuruşunu izledim. Acımasızcaydı, hem de çok...

Hüzünlü KalplerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin