"Hiç kimse sevilecek kadar iyi değildir, nefret edilecek kadar da kötü değildir."
***
Zamanın çarkında ters çevrilen sevgi damarlarıma akıyor, kanımda geziniyordu. Nefretin öncülük ettiği kalplere nazaran, sevginin öncülük ettiği kalpler daha tehlikeliydi çünkü sevginin boyutu değiştiğinde insanı ölüme bile sürükleyebilecek bir lanet başlardı. Nefret insanı içten içe tüketir, sevgi gözlerinde biriken acıları gizlerdi. Nefret yaralar açar, sevgi yaraları kapatırdı. Nefret zarar verir, sevgi iyileştirirdi. Ancak bazı durumlarda sevgi bile yetersiz kalırdı. Onlardan birisini yaşıyordum. Sevgi, nefrete boyun eğmiş susuyordu, nefret sessizdi. İnsanın düşüncelerinin sustuğu nokta deliliğin sınırıydı. Düşünceler akar, kendi yolunu bulur, çekip giderdi. Sessizlik... Anın yorgunluğuyla çöküp kalabileceğim bir şeydi. Karan'a tanıdığım süre dolmuştu, Hazal'ın doğum gününün üzerinden iki gün geçmişti. Onu zaten normalde de rahatsız etmiyordum fakat evin çalışanları arasında konuşulanlar arasında babamın öldüğü gün burada olanlar da vardı ve bu Çiçek'in söylediklerini düz yola çıkarmanın bir fırsatıydı.
Ali amca, Fatma teyze ve Nazlı abla... Hepsi karşımızdaydı.
İnsanın acı verici bir geçmişinin olması ne tuhaftı. Zaman geçtikçe acı dolu anılar üst üste biniyor, yerini yenisi alıyordu. Acı katlanıyordu, günler hayatımızdan mutluluğu çalıyordu. Ne tuhaftı oysa dün sokakta koşarken dizlerini kanatan çocuğun, bugün insanların kalbinde yaralar açması... Ne acımasızcaydı bu hayat, insana büyüdükçe merhametsizliği öğretiyordu. Büyümek vicdanı öldürüyordu, susturuyordu.
Siyah bir acı boynuma dolandı, ipi çekti. O sırada herkes sessizdi. Kalbim üzerime çullanmıştı, hesap soruyordu. Hüznün yer edindiği kalbimde esen güz rüzgârını hissedebiliyordum, yorgundu ama kalbime esmeye devam ediyordu. Her gün biraz daha ölüyordum; babamın yanına, Nihan'ın yanına gömülüyordum ve onların katillerini bulana kadar da gömülmeyi sürdürecektim. Ben onların yanına gömülmeyi hak ediyordum; iki yıldır gözüm hiçbir şeyi görmemişti, kendi babamı bile. Acım o kadar büyüktü ki ölümlerini araştıramayacak kadar acıma gömülmüştüm, şimdi de onların yanına gömülüyordum.
İnsanlar acıdan daha tuhaftı. Babamın ölümü hakkında hissettiklerimi o gece görmüşlerdi, akıllarından geçen sözcükleri havada kapmıştım. Kelimelerin cümlelere, cümlelerin paragraflara döndüğü sırada zaman durmuştu. Hiçliğin sesini dinlemiştim. Ölümde kaybolmuştum sanki... Acı vericiydi. Konuşmak insanı öldürüyordu. Sadece son bir kez babamla konuşabilmek, yüzünü görebilmek, sarılabilmek veya veda edebilmek için her şeyi verirdim. Çünkü babalar kızlarının vedasını hak ediyordu.
Ölen bir adam arkasında bıraktıkları için ağlardı, ölü bir kadın da yaşayamadıkları her an için sevdiklerine ağlardı ama cesetler ağlamazdı, cesetler sadece susardı.
Sessizce yaslandığım mermer soğuk, tezgâh boştu. Karan yanımda öylece dikiliyordu, sanırım konuşmayı başlatmamı bekliyordu. Alttan bir bakışla boğazımı temizledim. "Biliyorsunuz," dedim, sesim beklediğimden soğuk çıkmıştı. "Babam öldürüldü ve o gece siz buradaydınız. Doğrulamak istediğim tek bir şey var, sonra özgürsünüz."
"Hazan Hanım," dedi Fatma teyze. "Bize istediğinizi sorabilirsiniz. Sizi dinliyoruz." Samimi görünüyordu. Elbette öyle görünecekti, babam onu işe almadan önce itilip kakıldığı bir evde çalışıyordu ve her günü acı içinde geçiyordu ama bir şeyler onu durduruyor, işten ayrılmıyordu. Yanımıza geldiği gün normal bulduğum bu kadının aslında çocuklarını eğitmek için çalıştığını bilmiyordum. Sonucunda bizimle yıllarını geçirmişti, kendi çocuklarını eğitmek uğruna benim çocukluğuma şahit olmuştu. Samimiyeti gerekliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünlü Kalpler
ActionSonbahar sessizliğin kendisiydi. Dökülen yaprakların kokusu etrafa yayılırken esen rüzgârın sesi hüzünlere eşlik ederdi. Sonbaharın şarkısı yaprak hışırdamalarıydı; esen rüzgâr ninnisiydi. Düşen yağmur damlalarının sesleri sonbaharın ölüm şarkısıyd...