"Kalbimin ortasında yılların biriktirdiği acılar var, senin sözlerin onlara denkti sevgilim."
***
Eylül ayının rüzgârlı havası kampüsü sararken gözlerim yanımda yürüyen Kanat'ı aradı. Kendisi durgun surat hatlarıyla, suskunluğuyla ve çoğunlukla hafif gülümseyen narin yüzüyle güzel bir kızdı fakat hayat ona iyi davranmamıştı. Sekiz yaşındaki bir çocuğun asla unutamayacağı şeyleri, ailesinin kaybını yaşamıştı küçük kalbi. Demir Tan onu evlat edinmeden önce babası, annesi ve abisiyle yaşıyordu; mutlu bir aileye ev sahipliği yapan arabanın frenleriyle oynanması ya da o arabadan sadece Kanat'ın canlı çıkması belki de tamamen tesadüftü. Fakat tesadüflere inanmayan birisiydim; annemin anlattıkları bana trajedi bir kazadan fazlasını anlatıyordu, bir cinayeti. Arabadan sağ çıkan sekiz yaşındaki kızın yaşadığı dehşet Demir Tan'ın ona kollarını açmasıyla biraz azalmıştı çünkü ben de babamı ve arkadaşımı gerçekten çok özlediğimden anlıyordum. Bu hayatta kaybetmeden sahip olduklarımızın değerini bilebilseydik eğer dünya daha adaletli bir yer olabilirdi.
İnsanlar bencildi ve bizler bunu değiştiremezdik. Yanımda sessizce adımlarını atan kızın kalbi iyileştirilemeyecek boyutta kırıktı. Bir aileyi kaybetmek nedir iyi bilirdim, kalbin binlerce yerden deşiliyormuş gibi hissettirirdi. Kan kussanız dahi karşınızdaki katile asla yetmezdi.
Belki de onu en iyi anlayabilecek kişi bendim, farklı görünse bile acılarımız aynıydı; o bütün ailesini kaybetmişti, bense değerli babamı ve tek arkadaşımı. Elimde avucumda sadece annem kalmıştı ama kendisi meşgul bir kadındı, benimle konuşabilecek vakti zor buluyordu. Okuluma gelmesinin sebebi de muhtemelen akrabalarımızın bana yaptığı zorbalıkların bir başkasına engel olabilmekti. Babamı ve Nihan'ı kaybettikten sonra gerçekten yıkılmıştım; fakat ayağa kalkmamı sağlayan şey de annemin sevgisinin gücüydü.
Acaba Kanat'ı ne böyle güçlü bir şekilde ayağa dikmişti? Gözlerimin gördüğü bu kız evlatlık lakabına bile sesini çıkartmayan, uysal, iyi birisiydi. Kanat Kanlıca'nın güçlü görüntüsünün ardında yatan nedeni merak ediyordum.
İnsanlar düştüğünde yarın ayağa kalkabilmek için kendilerinde güç ararlardı. Gün doğarken kanayan dizlerini umursamamak, onları itene inat kalkmak insanın doğasında mevcuttu. Her karlı günün bir ertesi olduğu gibi, her yağmurlu gecenin de toprak kokusuyla uyanan bir sabahı vardı. İnsanları umutsuzluk vadisine itenle, itmeyen aynı gözlere sahip değildi mesela; birisini hırs yakardı, diğerini acı. Onlar da bilirlerdi, aslan asla avından vazgeçmezdi. Montuma biraz daha sarıldığıma emin olurken Kanat'ın okul çıkışına giden yolda duraksadığını fark ettim. Dersler boyunca az konuşmuş, arada bir sohbet etmiştik fakat yüzünde beliren ifade katiyen normal değildi.
"Eyvah!" dedi telaşla, eli ayağına dolanmıştı. Bir an okula doğru dönse de kaçışın imkânsızlığını fark etmişti.
"Ne oldu?" diye sordum merakla. Beni endişelendiriyordu.
Kanat'ın gözleri ileriye kaydığında, bakışlarını takip ederek tedirginliğinin sebebine çevirdim gözlerimi ve elaya kaçan kahverengi gözlerim, karanlığın cirit attığı gözlerle buluştu. Gözlerini kırpmadan gözlerimin içine bakıyor, bende kaçma isteği uyandırıyordu. Hızla gözlerimi kaçırıp hemen arkasında dikilen tanıdık yüze baktım. Yutkunma hissiyatıyla başa çıkmaya çabalarken koluma giren Kanat, "Bundan dönüş yok. Üzgünüm, Hazan," diyerek onlara doğru yürümeye başladı.
Bakışlarımı sonuna kadar kaçırarak ilerlerken aniden durduğumuzda tanıdık yüzün sesi duyuldu. "Seni kaç kez aradım, biliyor musun? O telefon birileri seni aradığında ulaşabilsin diye var, değil mi?" Kızgın gözlerini Kanat'tan bir saniye dahi ayırmadı. "Bu akşam aile yemeği var, pek umursamıyorum ama bilirsin, babam bu konuda çok katı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünlü Kalpler
ActionSonbahar sessizliğin kendisiydi. Dökülen yaprakların kokusu etrafa yayılırken esen rüzgârın sesi hüzünlere eşlik ederdi. Sonbaharın şarkısı yaprak hışırdamalarıydı; esen rüzgâr ninnisiydi. Düşen yağmur damlalarının sesleri sonbaharın ölüm şarkısıyd...