"Hayallerimde yatan ölü ruhlar, tabutlara sığmıyor artık; o kadar bilinçsizler öldüklerinden, ölü kaldıklarından."
***
Uzak diyarlardan esen soğuk rüzgârın titrettiği küçük kuş misali okul koridorlarında geziyor, kendime sığınacak delik arıyordum. Öyle ki üst sınıftan birkaç kızın adımı aralarında sakız ettiğini duyduğumdan beri iyi değildim. Dedikodu yapılırdı kızlar arasında, evet ama onların yaptıklarına dedikodu denilemezdi. Söyledikleri kulaklarıma doldukça bedenime yayılan titremeler artıyordu, küçük kanatlarım üşüyordu. Okulun kampüsünden geçerken kahvemi almış, konuşulanlardan kaçmıştım.
Aslında buna kaçmak denemezdi, bu kurtulamamaktı. Ellerim boşlukta süzülürken kimsenin tutmamasıydı. Yalnızlığa, belki de kimsesizliğe sığınmaktı. Ama unutuyordum, insan yalnızlığa sığınsa da, kimsesizliğe sığınmak ayrı bir konuydu. Bir insan yalnızlığı kendi seçebilirdi fakat kimsesizliği seçemezdi. Anne, baba kavramlarının başımızda olmamasıydı kimsesizlik; ya da başımızda olsalar bile evlatlık üvey çocuk misali size davranılmasıydı. Bu da yetmiyorsa, kimsesizlik yalnızlıktı. Hani yatağa yatarsın, ev soğuktur ya; annen gelir üstüne örttüğün yorganı düzeltir... Kimsesizin yorganını çekecek, hastayken bir tas çorba koyacak insanı kalmazdı etrafında. Çorbasını da kendisi yapardı, yorganını da kendisi düzeltirdi. Çünkü kimsesizlik, milyarlarca insanın arasında tek başına dikilmekti.
Sokak kedisi, gelip başını bacağınıza sürttüğünde veya siz onun başını okşadığınızda geçmezdi. İçinize işlerdi.
Ağır ağır dudaklarım kıvrıldı ve yüzüme hüzünlü bir gülümseme kondu. Kimsesizlik söz konusuysa bilinçli bir bireydim. Çünkü Lerzan Yükselen'in kızı olmak bunu gerektirirdi. Güç insanın kanında akar derlerdi ya, bu durum da öyleydi; annemin kanı damarlarımda aktığı sürece güçsüz düşemezdim. Sokak kedisi misali birisinin yanına kıvrılamazdım. Belki de bu yüzden sonbahar artık gözüme kimsesiz görünüyordu ve ben de dökülen yaprakların arasına uzanıyordum.
Elimde tuttuğum kahveyi daha sıkı kavradığım sırada, koridorun solundan gelen kahverengi saçlı bir kızın saldırısına uğradım. Kahve ikimizin üstüne birden sıçrarken elimde sıkıca tuttuğum bardağın getirisi olarak yandım, aynı zamanda kızın aniden geri çekildiğini de görebilmiştim. Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki birisinin bana çarpması kaçınılmaz olmuştu.
"Dikkat etsene!" diye çıkıştığım an arkasından gelen bir grup üst sınıf yanımızda bitti. Ben arkadaşları olduğunu sanırken içlerinden biri kızın saçını savurup güldü.
"Gerçekten mi?" dedi dalga geçercesine. "Demir Tan'ın evlatlık kızı olduğuna şaşmamalı, hiçbir şeyi beceremiyorsun." Arkadaş grubu gülüşürken kız yüzünü saçlarının arkasına sakladı. Bense çocuğun sarf ettiği isimde takılı kalmıştım.
Elimi kızın koluna dolayarak onu arkama çekerken, "Bir dakika, bir dakika," dedim çocuklara doğru dönerek. Hepsinin yüzünde şaşkınlık belirdiğinde aralarından biri, sarışın bir kız gülmeyi kesmedi. Onları umursamadım. "Ona çarpan bendim, siz niye karışıyorsunuz?"
Keskin bakışlarımı umursamayan sarışın, "Yalancının şahidi bozacı..." diyerek alayla gülümsedi. "Lerzan Yükselen'in kızı, Hazan Yükselen, annesinin biricik arkadaşının evlatlığını koruyor. Şaşırılacak bir durum değil." Ve işte o anda kızın ismini hatırladım.
Dudaklarım birbirine mühürlenirken arkamdaki kızın, "Yapma," dediğini duydum, titrek sesi ağladığının göstergesiydi.
İçim parçalandı, yıllar sonra ilk defa öfkeyi derinlemesine hissettim. "Hayır, yapacağım!" dedim kararlılıkla. Sarışın kızın kaşları havaya kalktı. "Bu otlandığınız okulun sahibi kim? O da annemin arkadaşı. Eğer okulun öğrencilerinden birine zorbalık yaptığınızı öğrenirlerse cezasına da katlanacak kadar cesaretiniz var mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüzünlü Kalpler
ActionSonbahar sessizliğin kendisiydi. Dökülen yaprakların kokusu etrafa yayılırken esen rüzgârın sesi hüzünlere eşlik ederdi. Sonbaharın şarkısı yaprak hışırdamalarıydı; esen rüzgâr ninnisiydi. Düşen yağmur damlalarının sesleri sonbaharın ölüm şarkısıyd...