"Londra'da ne yapıyordun?"
Levreğin peşinden söylediğimiz sütlaç tatlısına bakarken iç çekip karnımı tuttum, ağrıyordu. Onu nasıl yiyeceğimi bilemesem de masada bırakmayacağım bir gerçekti. Tatlı kaşığını alıp kaseye daldırdığım sırada "Vakit öldürüyordum." dedim.
Denizle dip dibe olan bir restorana gelmiştik. Oldukça sakin ve güzel bir yerdeydi. Otoban hemen yan tarafımızda olsa da o kadar nadir araba ve otobüs geçiyordu ki bu bir sorun teşkil etmiyordu. Sütlaç tatlısının tadı ağzıma yayılırken onu bir güzel yedim. Ardından karşımdaki adama bakarak "Burayı nereden buldun?" diye sordum.
"Ben bulmadım," deyip önce kaşığını doldurdu sonra havaya kaldırıp incelemeye başladı, "Bir çalışanım önermişti." levreği sevmesine karşın sütlaçı öylesine detaylı inceliyordu ki "Bir sorun mu var?" demeden edemedim.
Kafasını iki yana salladığında önüme dönüp kendi kasemden bir kaşık daha almıştım ki "Süte alerjim var." dediğini duydum. Kafamı merakla kaldırıp yüzünü izlediğim de ciddi olduğunu gördüm.
"O zaman neden sütlaç söyledin?"
"Sen sütlaç isteyince ağzımdan 'aynısından' diye çıkıverdi. Çok sonradan sütlaç tatlısının sütle yapıldığını hatırladım ama her şey için çok geçti."
"Eğer rezil olmaktan korktuysan şimdi neden söylüyorsun?"
Kaşığı kasesine geri koyduğu sırada onun aksine tatlıdan yemeye devam ettim. "Aslında sırf sorun olduğunu belli etmemek için birkaç kaşık yiyecektim ama sonra daha yaşayacak çok güzel bir ömrüm olduğunu hatırladım."
"33 yaşında değil misin? Bu zamana kadar ne yaşadıysan devamında da aynısını yaşayacaksın. Bu doğrultu da düşünürsek bence hayatına eğlence katardı."
Ona açıkça 'ye zehirlen' dediğimde yüzümü seyre daldı.
"Çok mu kaba oldum?" dedim, kaşığı kasenin içine sokarken, "Öyleyse üzgünüm."
Kaşığı olabildiğince doldurup ağzıma soktuğum esnada "Yaşımı nereden biliyorsun?" diye sordu. Bir an duraksar gibi olsam da bozuntuya vermeden tatlıyı yemeye başladım. Ardından son kez yutkunarak "Siz benimkini bilmiyor musunuz?" diye sordum. Takıldığı şeyin kabalığımdan ziyade bu olduğunu görmek şaşırtmıştı. Ağzımda bir şey olmamasına rağmen bir kere daha yutkunup bir iki yudum su içtim. Bardağı masaya gürültüyle bıraktığım vakit, "25 yaşındasın." diye yanıtladı.
"Evet." dedim, tatlıya yeniden gömülürken, "Yirmi beş yaşımdayım. Bakın gördünüz mü, siz de benimkini biliyorsunuz."
"Çünkü sen benim oyuncumsun."
"Siz de benim patronumsunuz."
Atikliğim karşısında gözleri kısıldığında "Yoksa değil misiniz?" diye sordum.
"Öyleyim." deyip arkasına yaslandığında etrafta garson aradım. Ancak, görünürde kimseyi bulamadım. "Kalkıp kendinize tatlı söylemelisiniz." dediğimde olumsuz mırıltılar çıkararak "Öğünlerim genelde tatlısız biter." dedi.
"Yine de şu an bana eşlik ediyorsunuz."
"Böyle iyi. Ayrıca neden birden sizli bizli konuşmaya başladın? Az önce gayet iyiydik."
Bu dediğinin yeni farkına varınca duraksadım. Akabinde "Evet," dedim, kaşığımı son kez yalayarak, "Az önce iyiydik ama sonra aramıza resmiyet girmesine karar verdim."
"Böyle kararları tek başına verme."
Kasmadan rahat bir edayla söylediği şeye binaen dudaklarımı aralamaya kalkmıştım ki telefonumun ekranı hem yandı hem titredi. "Pardon." deyip kaşığımı bıraktım, tabağımın birkaç santim yanındaki telefonumu aldım. Mesajı atan Zenan Hoca'dan başkası değildi. İç çekerek uygulamaya girdiğimde dizinin daha yeni yazılmış olan dördüncü bölümünün üstüne tıkladım. Belge haline yollamıştı. Daha o bölümü çekmemize nereden bakılırsa bakılsın iki üç hafta vardı. Bu detayın çok üstünde durmadım çünkü bölümlerin yazıldıkça bana atılmasını isteyen bendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Parade of Stars | Texting ✓
RomanceSiz: *Ses "Neymiş efendim? Her sene olduğu gibi bu sene de oyuncu seçmeleriniz başlamışmış. Bok başladı. Biz sanki torpille alacağınızı bilmiyoruz" Siz: *Ses "Hayır bir de sizdeki yüzsüzlük, şaka mı? Sanki hâlâ başvuran varmış gibi 'başvurular başla...