yirmi beş

382 53 1
                                    

"Lâl, şimdi yavaşça kazağı sıyırıyorsun." diyen Zenan Hoca'yla, yönetmenle, partnerimin kazağını hafifçe sıyırarak "Beni cazibenizle etkilemek istiyorsanız biraz daha cilve yapmalısınız" dedim. Sahnedeydik. Oynadığım karakterin, uğradığı iftiradan sonraki üçüncü günüydü. Etrafta ruh gibi gezerken karşısına ona yardım edebileceğini söyleyen bir adam çıkmıştı. Adı Yaman'dı.

"Lavinya," diyerek elini elimin üstüne yerleştirdi. "Seni etkilenmeye çalışmıyorum. Durumu düzeltmek için çaba harcıyorum." oynadığım karakter, Lavinya, çoktan Amerika'ya uçak biletini almıştı. Gidip orada kafasını dinleyecekti. Bütün bu hikaye akışı bana oldukça tanıdık gelse de üstünde durmadım.

Elimi rastgele bir eylemi yarım bırakıyormuş gibi geri çekip homurdanarak "Keşke etkilemeye çalışsaydın." dedim. Akabinde önümde duran viski bardağını kafama dikledim. Öylesine sote bir bardaydık ki Lavinya buranın çıkışında magazinci olmayacağına emindi. Ancak, gerçek şuydu ki dışarıya magazinciler çoktan toplanmaya başlamışlardı. Uyuşturucuya parası yetmeyen gençlerden herhangi biri, para karşılığında Lavinya'nın burada olduğunu magazincilere söylemişti.

Tezgaha doğu hafif eğildiğim sırada Yaman, dizideki adı, omzumu tuttu. "Kalkıp açıklama yapman gerekiyor." dedi, bahsettiği kesinlikle dışarıdaki magazinciler değildi, "Ben bir haber kanalıyla görüştüm. Bugün son dakika haberi olarak girebilirler. Eğer istersen bir dergi de röportaj verirken de söyleyebilirsin. Şimdi 'evet' de, dergiyi ayarlayayım."

"Kimsiniz siz?" diye sordum, kafamı yasladığım masadan ona doğru bakarken, "Neden ısrarla bana yardımcı olabileceğinizi söylüyorsunuz?" sahne devam ederken arka tarafta hissettiğim hareketlilikle iç çektim. Burada ciddi bir iş yapıyorduk ama gelin görün ki kimse anlayışlı değildi. "Ben," diyen Yaman'la "Siz?" diye tekrar ettim. Yüzümü özenle incelediği esnada "Ben," dedi ve başını iki yana sallayarak bakışlarını kaçırdı. "Sadece iyi olmanı istiyorum."

"Son cümle olmasaydı kesinlikle hikayenin çalıntı olduğunu söylerdim." arka taraftan duyduğum homurtuyla tezgahtan kalkmamak için kendimi zor tuttum. Devran buradaydı ve anladığım kadarıyla dizinin akışı ona da tuhaf gelmeye başlamıştı. Yaman karakterini oynayan partnerim de tıpkı benim gibi Zenan Hoca 'kestik' demediği için oynamayı sürdürdü. "Seni gülerken görmek istiyorum." zor bela yeniden bana döndüğü sırada "Sarhoş olmana güvenerek söylüyorum, Lavinya. Seni hayatımın sonuna kadar görmek istiyorum. Seninle hayat arkadaşı olmak istiyorum. Çocuklarımın annesi," yönetmen masasının oradan "Bu dizinin senaryosunu kim yazıyor?" diye bir soru yükseldiğinde nihayet kafamı kaldırıp oraya baktım ve Devran'a karşın "Ben de çok merak ediyorum." dedim.

Bildiğin sahne boyu bizi oynamıştık. 

Bir müddet birbirimize sorgulayan bir ifadeyle baktığımızda araya Zenan Hoca girdi. "Bu hikaye gerçekten yaşanmış bir hikayeden esinlenerek yazılmıştır." dedi, yaşanılanların 'absürt' olmadığını anlatmaya  çalışan bir edayla, "Çok ünlü bir psikiyatrinin yeni çıkaracağı kitabından alıntılıyoruz."

Türkiye'de olmadığın sürede değişen bir takım durumlara karşın her gün şaşkınlığımı koruyordum. "Psikiyatriler, kitap mı yazıyor?" deyip oturduğum tabureden kalktığımda Yaman'da, yani Özgür'de, rolden çıkıp peşimden gelmeye başladı. Birlikte yönetmenin masasına ilerlediğimiz esnada Devran benim gittikçe yaklaşmamla ayağa kalktı. Bana doğru gelerek kollarını vücuduma doladı. İki sevgili gibi sarılıp cilveleşircesine birbirimizin gözlerinin içine bakarak fısıldaştığımız da ona "Neden buradasın?" diye sordum.

Gülerek "Seni bir gün görmezsem kalbim sıkışıyor." demesiyle yanağımdan öpmesi bir oldu İki gün önce sözleşmeyi imzalarken toplum içinde bu tür yakınlaşmalar olabileceğini konuşmuştuk ama kesinlikle bu kadar hızlı olacağını düşünmüyordum. Önce birbirimize alışırız diye fikir yürütmüştüm. 

Etraftan duyduğum şaşkınlık nidalarıyla geri çekilmekle yanağından öpmek arasında ikilem de kaldım. Ardından yanağımdan uzaklaşıp tepki beklercesine yüzüme baktığında uzanıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. 

Kısa ama sesli bir buse kondurup geri çekildim.

Kollarının arasından çıkmamla bir şey olmamış gibi Zenan Hoca'ya bakmam bir oldu. "Ne zamandan beri Türkiye'de doktorlar ek iş arar oldu?" diye sordum, sevgili yönetmene, "Hayır, anlamıyorum. Geçen gün arkadaşım hastaneye gitmiş. Doktor ultrason ve mr makinesi bakıma girecek diye tam tetkik yapmaktan kaçınmış. Makinelerin bozuk olduğunu da söylememiş,  başka yere de yönlendirmemiş. Bekletmiş öyle. Yani doktorların, hastaları 'müşteri' gibi görmesini bile daha tam kabul edememişken şimdi başka bir doktorun hastalarının hayatından böylesine menfaat sağladığını öğrenmek..." durup sakince etrafı seyre daldım. Akabinde Zenan Hoca'ya "Hayal kırıklığı." dedim.

Artık psikiyatriye de derdimizi anlatamayacaktık.

Devran'a haklı olduğum noktada, tam şu an, beni onaylaması için baktığımda hâlâ aynı noktada durduğunu gördüm. Çevreye o kadar boş bir ifadeyle bakıyordu ki afallamadan edemedim.

Niye birdenbire böyle olmuştu ki?

"Lâl," diyen yönetmenle yeniden masaya yöneldim. "Üzgünüm ama Türkiye'de böyle işler tutuyor. İnsanlar sadece 'gerçek yaşam hikayesi' ibaresini görünce bile ekran başına geçiyor. Demek istediğim, buna müdahale edemezsin."

"Hikaye sahipleri dava açarsa?" dediğimde "İsim kullanmıyoruz ki?" diye karşılık verdi.

"Ha kendisi anlamıyor yani?" dedim, hastalara aptal muamelesi yapmalarına binaen, "Sonra muhabbet 'iyileştirdik, yolladık' oluyordur. Kim bilir kendisini tv de izleyince aklına neler neler gelecek? Nasıl kötü hissedecek?" bu hikaye fazlasıyla benim hayatımı andırdığı için durmadan devam ettim: "Ayrıca, bir gün anlamadan hiç bulaşmanız gereken bir insanın hayatını dizi yaparsınız, ben o zaman görürüm sizi." son sözümü de söyleyip arkamı döndüm. Birkaç adım attığım esnada Devran'ın arkada kaldığını fark edip geri döndüm ve parmaklarımı parmaklarına geçirmek suretiyle onu hafifçe çekiştirdim. "Öyle yemeği yemeyecek miydik, sevgilim?"

Başını belli belirsiz sallayarak yürümeye başladığında onu dışarı yönlendirdim. Set çalışanları bize bakıp dedikodu yaparken kısık sesle "Kendine gel." diye uyardım onu.

"Beni öptün." dediğinde hiç şüphesiz "Evleneceğim adamı öpmem kadar normal bir şey yok." dedim. "Ayrıca sen de yanağımdan öptün."

"Aynı şey değil." 

"Nasıl 'aynı şey değil'?"

Bakışlarını kısa bir an üstümde hissetsem de dönüp bakmadım. Onun yerine karavana doğru yol anlamaya başladım. Onunla, demek istediğim Devran'la, yani müstakbel kocamla birlikte. Bizi herkes yan yana görsün diye üstün bir çaba harcarken elini daha sıkı tuttum. Ta ki "Benimki masum bir öpücüktü." diyene kadar.

İster istemez yavaşlarken "Benimkisi de basit öpücüktü." dedim. 'Neyi tartışıyoruz?' dercesine ama nedense bu tavrımı görünce çenesi kasılmıştı. "Basit?" diye tekrar edince takıldığı şeye karşın başımı salladım. 

Karavanın önüne geldiğimiz esnada yeniden "Basit bir öpücüktü." dedim.

Hem bundan daha önemli konularımız vardı. 

Daha senaryoyu konuşacaktık.

Parade of Stars | Texting ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin