otuz bir (yazar'dan)

356 38 4
                                    

"İki tatlı kaşığı kahveyi bir cezveye koyuyoruz," telefonunu tezgaha koyduğu gibi, daha bugün alıp bir heyecanla evde bulduğu ilk boş kavanoza doldurduğu kahveye uzandı. Kavanozu tutup kendine çektiğinde geriye kapağını açması kalmıştı ama tam o esnada içeriye, tanışalı bir hafta bile olmayan, kız arkadaşı girdi. Ne yaptığını görmesin diye tezgaha yönelerek, kavanozu sakladığı sırada hızlıca kapağı açtı ve usulca, ses çıkarmamaya özen göstererek, kapağı kenara koydu. Akabinde çekmeceden çıkardığı tatlı kaşığını, kavanozun içine daldırdı. Önce dolu dolu bir tatlı kaşığı döktü sonra endişeye kapılıp tatlı kaşığını cezvenin içinde bırakmak suretiyle telefonunu tuttu. 

Lâl'in "Ne yapıyorsun?" diye sormasıyla 'bir şey yapmıyorum' der gibi kafasını salladı. Ardından iç çekerek telefonunu bıraktı ve büyük bir kararsızlıkla cezveye biraz daha kahve koydu. O esnada bedenine gitgide yaklaştığını duyumsadığı Lâl'in, kollarını karnında birleştirmesiyle duraksadı.

Son altı gündür hissettiği yoğun duygular bir yana, onunla birlikteyken eksik parçasını bulduğunu hissetmesi öte yanaydı. İçi gıdıklanırken tatlı kaşığını tezgaha bırakıp karnındaki kollara sarıldı. "Bana, kahve mi yapıyorsun?" diye soran genç ve güzel sevgilisine karşın kafasını sallayarak "Bayılacaksın." dedi.

"Ne kahvesi?" dediğinde bir anda "Türk." diye atıldı. Akabinde bunu söylemeyi planlamadığı için bir müddet sessiz kalıp "Bunu duymamış gibi yapar mısın? Sana sürpriz yapacaktım." dedi.

"Edward," derken kollarını çekip tezgahın yanına geçen biricik kız arkadaşına "Lavinya?" diye karşılık verdi. Lâl, duyduğu isimle ister istemez gerilse de söylediği yalanları buradan döndüremeyeceğinin bilincindeydi. İsmini, soyadını, medeni durumunu ve daha birçok şeyi yalan yanlış anlatmıştı. Kısa süreli bir ilişki olacağını düşündüğünden başta düzeltme gereksinimi duymasa da Edward'ın hal ve hareketlerinden dolayı arada vicdan azabı çekiyordu.

Başını iki yana sallayarak kendine gelirken "Türk kahvesi çok acı." dedi. 

Bir kahvenin acı olabileceğini ilk defa şu an duyan Edward, şaşkınlıkla "Öyle mi?" diyerek tatlı kaşığını aldı ve kavanoza daldırdı. Ardından biraz alıp ağzına götürdüğü esnada kız arkadaşının meraktan kısılan gözlerini görünce 'bana kahveden bir şey olmaz' edasıyla tozu yedi.

Lâl, onun zamanla değişen yüz ifadesini anbean izlerken en sonunda dayanamayıp dolaba uzandı. Süratle bir bardak alıp musluktan su doldurdu ve Edward'a uzattı. Acıya tahammül eşiği düşük olan kendisi değildi, Edward'dı. Bunu geçtikleri altı günde birçok kez yaşayarak öğrenmişti.

Verdiği bardaktaki suyu, alıp içen koca adama binaen "İlk söylediğimde bana inanmalıydın." diye homurtuyla konuştuğu esnada çalan zille ikisinin de ilgisi dağıldı. Edward, suyu içmeye son verecekken Lâl "Devam et, kurabiye falan da ye. Ben bakarım." dedi ve mutfağın çıkışına ilerledi. Ev kendisinin olduğu için az buçuk gelebileceklerin listesine hakimdi. Ya bahçıvandı ya da kargocu. 

Salonu da bitirip kapıya ulaştığında hiç saati düşünmeden kapıyı açtı. Karşısında görmeyi beklediği kesinlikle işini hakkıyla yapmaya çalışan İngiliz vatandaşlarıyken Devran'ı görünce afallamadan edemedi.

Elindeki kağıtlarından kafasını kaldırıp önce üstünü inceledi sonra yüzüne baktı. Ardından kağıtları kendisine uzattığında bakışları gerisinde kalan evle kağıtlar arasında mekik dokudu. Edward'ın tam şu an buraya gelmesinden ölesiye çekiniyor ama Devran'ı da öylece gönderemeyeceğini biliyordu. Çareyi kağıtları alıp hızlı hızlı okumakta ve onu hemencecik buradan göndermekte buldu. Fakat, ne var ki daha kağıtları aldığında üstünde yazan "Nöbetçi Aile Mahkemesi" yazısından bile işlerin istediği gibi gitmeyeceğini anladı. Biraz daha okuduğunda davacıyı, davalıyı geçince dava türünü gördü. "Boşanma Davası" yazıyordu.

Parade of Stars | Texting ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin